Basın
"İstasyon Tiyatro İletişim’e “Üstün Başarı” Plaketi"
Hürriyet Avrupa; Tiyatro Dergisi; Aktüel Sanat; Gazete Hamburg; Avrupa Postası (05.2024)
HAMBURG
Almanya’nın Hamburg kentinde 2018 yılından beri düzenlenen 7. Tiyatro Köprüsü Festivali, tiyatronun temel taşlarından sayılan Edward Albee’nin “Kim Korkar Virginia Woolf’tan?” adlı eserinin, Yönetmen Mahmut Canbay’ın yorumuyla sahnelenmesiyle başladı. Festival açılışında Mut Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Mahmut Canbay, festival ve Hamburg Eyalet Medya ve Kültür Bakanlığı adına, 35 yıldır üst seviyede oyunlar sunan ve en köklü Türkçe tiyatro grubu olan Hamburg İstasyon Tiyatro İletişim’in yönetmeni Serap Sadak’a “Üstün Başarı” plaketi takdim etti.
(Fotolar: Hürriyet)
Mahmut Canbay, izleyiciler arasında bulunan Hamburg İstasyon Tiyatro İletişim’in yöneticileri ve oyuncularını sahneye davet etti. Canbay, İstasyon Tiyatro İletişim’in Hamburg’da 35 yıldır üst seviye Türkçe tiyatro yaptığı belirterek, “Festivale destek veren Hamburg Eyalet Medya ve Kültür Bakanlığına, sanata bu üstün hizmetin onurlandırılması teklifinde bulundum ve hemen kabul ettiler. Sizlerin huzurunda festivalimiz ve bakanlık adına, İstasyon İletişim’in Sanat Yönetmeni sevgili Serap Sadak’a ‘Üstün Başarı’ plaketini takdim etmekten gurur duyuyorum” diyerek plaketi sundu.
Önceden haberleri olmadığı için büyük bir sürpriz ve sevinç yaşayan Serap Sadak ve tiyatronun diğer üyeleri büyük alkış aldılar. İstasyon İletişim, festival çerçevesinde 25 Mayıs’ta, saat 19.30’da Mut Tiyatrosunda şair Orhan Veli Kanık’ın şiirlerinden derlenen “İstanbul’un Orta Yeri Sinema” adlı tiyatral okumayı sahneleyecek.
(Foto: Tiyatro Dergisi)
(Foto: Gazete Hamburg; Mut! Theater, 25.05.2024)
Gazete Hamburg, 26.05.2024
(...) Bu yılki festival çerçevesinde Hamburg Eyalet Medya ve Kültür Bakanlığı ve festivali düzenleyen Mut Tiyatrosu tarafından “Üstün Başarı” ödülüne layık görülen, aralıksız 35 yıllık geçmişiyle Avrupa’nın en köklü Türkçe tiyatroları arasında bulunan İstasyon Tiyatro İletişim’in müzikli tiyatral oyunu, salonu son yerine kadar dolduran izleyicileri mest etti.
Serap Sadak’ın yönettiği ve rol aldığı, tamamıyla Orhan Veli şiirlerinden oluşan tiyatral okumada, Aysun Siuda, Burak Bölükbaşı, Gizem Akçocuk, Gözde Kavak-Moskov, Murat Büyükalp, Nazmiye Acar, Ramazan Gültekin, Serdar Temur (oyuncular), Dennis Moskov ve Olgay Sadak (teknik), Arzu Akyürek (solist), Erdem Öngen (saz ve aranjman) (Not.: Can Köylü, bateri), Murat Büyükalp (gitar) ve Eray Kaçar (klavye) yer aldılar.
Ekip, şairin doğup büyüdüğü ve büyük bir tutkuyla bağlı olduğu İstanbul temalı şiirlerini, son derece titiz ve detaycı bir kostüm ve sahne dekoru fonunda ve döneme ait nostaljik İstanbul slaytları eşliğinde seslendirerek izleyicileri Orhan Veli’nin İstanbul’una götürdü. Melih Cevdet ve Oktay Rıfat ile kurduğu Garip akımıyla kafiye, hece, aruz, teşbih vb. şartlandırmalardan arındırılmış, yalın bir dille yazılmış yeni şiirde yeni bir çığır açan Orhan Veli’nin kaleme aldığı mısralardaki kent insanının hayat hikayelerini, duygularını, farklılıklarını, yaşam tarzlarını, umutlarını ve hayal kırıklıklarını, İstanbul'un hareketliliği, karmaşıklığını ve dinamizmini oyuna çok iyi şekilde işleyen ekip dakikalarca alkışlandı. Festivalin tartışmasız şimdiye kadar ki doruk noktasını oluşturan gösteri için izleyiciler Serap Sadak ve ekibine övgüler yağdırdı.
https://www.aktuelsanat.net/mut-tiyatrosu-tarafindan-duzenlenen-7-tiyatro-koprusu-festivali-basladi/
https://www.gazetehamburg.com/haber/orhan_veli_anildi-53691.html
https://www.avrupa-postasi.com/istanbulun-orta-yeri-sinema-ile-orhan-veli-anildi
Orhan Veli 110 Yaşında - "İstanbul'un Orta Yeri Sinema"
Manşet (04.2024)
(Fotolar: Manşet/ Naciye Aslan)
İstasyon Tiyatro, Orhan Veli’yi Hamburg'lularla buluşturdu
Hamburg Haber (15.04.2024)
İstasyon Tiyatro, Türk şiirinin çığır açan ustalarından Orhan Veli’nin doğumunun 110. yılını ”İstanbul’un Orta Yeri Sinema” tiyatral şiir dinletisi ile sahneye taşıdı.
Hamburg Türk Toplumu ( TGH)’nun Altona semtinde bulunan yerleşkesinde Cumartesi günü sahnelenen oyuna SPD Hamburg Eyalet Milletvekili Güngör Yılmaz, CHP Hamburg Birliği Başkanı Hulisi Işıtan, TGH Başkanı Murat Kaplan ve 200’e yakın sanatsever katıldı.
(Foto: Hamburg Haber/Ahmet Durmuş)
Okuma tiyatrosu formundaki tiyatral şiir dinletisi’nin Tasarım ve yönetmenliği Serap Sadak imzası taşırken, sahne müziğinde ise Arzu Akyürek, Erdem Öngen, Murat Büyükalp ve Eray Kaçar yer aldı.
İstasyon Tiyatro oyuncuları, ”Aysun Siuda, Burak Bölükbaşı, Gizem Akçocuk, Gözde Kavak-Moskov, Murat Büyükalp, M. Serdar Temur, Nazmiye Acar, Ramazan Gültekin, Serap Sadak” tarafından sahneye taşındı.
Nerede bir “36” görsek O’nun öldüğü yaş gelir aklımıza diyerek bir yanımızın hüzünlendiği ve şiirleriye nakış gibi yüreğimize işlenmiş Orhan Veli için belki bir oyun değil onlarca oyun gereklidir bir şairi daha iyi hissedebilmek için. Ve, ” İstanbul’un Orta Yeri Sinema” güzel oyunuyla İstasyon Tiyatro, bunu hayata geçirerek Orhan Veli’yi Hamburg'lularla buluşturdu.
Orhan Veli şiiriyle başlayan sahne ve arka fonda gösterilen eski İstanbul fotografları, izleyenlere TGH salonunda tam bir İstanbul havası yaşattı. Oyuncuların seyirciyle birebir temas halinde sergiledikleri canlı performansları dinletiye ayrı bir soluk getirirken, izleyicilerden büyük bir beğeni aldı. Oyun 25 Mayıs’ta Mut!Theater’da Amandastr. 58’de bulunan adresinde sahnelenecek (Ahmet Durmuş).
...
"Yaşam bir yolculuksa bu yolculuğun mola verilen yerleri olmalı… Bu zorlu ve engebeli yolculuğu devam ettirebilmek için tazelenerek enerji toplamalı insan. Hamburg’ta kültür ve sanat dendiğinde gurbetçilerin önemli bir kısmının aklına ilk gelen sanat elçilerinden biri olan Tiyatro İstasyon İletişim, zorlu yaşam koşullarında biraz da olsa sanatla soluklanmak isteyenlere kapılarını açarak onları kucaklamakta ve uzun yıllar içerisinde oluşturduğu bilgi ve deneyimlerini bu işe gönül verenlerle paylaşmaktadır. Bunu yaparken Türkiye’nin yetiştirdiği değerli şairlerimizi ve sanatçılarımızı da unutmamakta ve onları yeni nesillere tanıtma misyonunu da üstlenmektedir. Bu bilinçle Orhan Veli gibi değerli bir şairimizi de unutmamış ve üstadın 110. doğum yıldönümünde müzik eşliğinde bir şiir dinletisiyle izleyenlerine adeta bir şölen yaşatmıştır.
Ne mutlu ki Hamburg’lu göçmenlerin yaşam yolculuklarında uğrayabilecekleri bir İSTASYONları var." (RG)
‘Şimdi Uçuşa Geçiyoruz’la perde kapandı
Hürriyet (05.2023)
https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/simdi-ucusa-geciyoruzla-perde-kapandi-42275388
HAMBURG’da düzenlenen 6. Tiyatro Köprüsü Festivali sona erdi. Mut! Tiyatrosu tarafından organize edilen 10 günlük festivalin son gününde İstasyon Tiyatro İletişim, Zeynep Kaçar’ın yazdığı, Serap Sadak’ın yönettiği, rolleri Aysun Siuda, Nazmiye Acar, Hakan Baysalman, Murat Büyükalp, Fatma Kurt, Gözde Kavak-Moskof, Burcu Özdirik, Olgay Sadak ve Zeynep Çetin Schipper’in paylaştığı ‘Şimdi Uçuşa Geçiyoruz’ adlı oyundan bir kesit sundu. Hamburg’un en köklü Türkçe tiyatrosu olan İstasyon Tiyatro İletişim’in oyununda konu, Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız ve Külkedisi gibi ünlü masal kahramanlarının tekdüze sıkıcı buldukları masal dünyasını terk edip, ‘gerçek dünyaya’ doğru yol almalarıydı.
(Foto: Hürriyet)
Hamburg’un ilk Türk amatör tiyatro topluluğu: İstasyon Tiyatro İletişim
Edanur Tanış'ın Medyascope için yaptığı röportajda Serap Sadak anlatıyor:
Medyascope (02.01.2023)
https://medyascope.tv/2023/01/02/hamburgun-ilk-turk-amator-tiyatro-toplulugu-istasyon-tiyatro-iletisim/
Edanur Tanış / 2 Ocak 2023 Pazartesi
İstasyon Tiyatro İletişim, Almanya’nın Hamburg kentindeki ilk Türk amatör tiyatro topluluğu. 1989 yılında bir çalışma grubu olarak bir araya gelen ekip, Türkiye kökenli insanların sosyal ve kültürel gereksinmelerini karşılayabilmek ve Türkçeyi genç kuşaklara taşıyabilmek amacıyla yola çıktı. Muzaffer İzgü, Aziz Nesin, Adalet AğaoğIu ve Tuncer Cücenoğlu gibi pek çok yazarın eserlerini sahneye uyarlayan İstasyon Tiyatro İletişim’i, ekibin rejisörü ve tiyatro topluluğunun kurucularından Serap Sadak ile konuştuk.
2005 yılından bu yana İstasyon Tiyatro İletişim’in rejisörlüğünü üstlenen Serap Sadak, İstanbul’da doğmuş. Bir yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan Sadak, daha sonra Gazetecilik Bölümü’ne geçiş yapıp bu bölümden mezun olmuş. Üniversiteden mezun olduktan sonra Olgay Sadak ile tanışan Serap Sadak,1972 yılında evlenmiş ve eşinin yanına Hamburg’a taşınmış.
“Ne kadar büyük bir işin içine girdiğimizin bilincinde değildik”
Evlenip Almanya’ya taşınmadan önce bir süre Türkiye’de Almanca dil eğitimi aldığını anlatan Sadak, komşularının yönlendirmesiyle Hamburg’da bir bankada işe girmiş ve burada 30 sene çalışmış. Almanya’ya ilk geldiği dönem Hamburg Türk Toplumu Derneği ile tanışan Sadak, o günleri şöyle anlattı:
“1989 yılında İstasyon Tiyatro’yu kurduk. Tabii o zaman adı yoktu. Hamburg Türk Toplumu çatısı altında bir çalışma grubu olarak bir araya geldik. Biz o zaman ne kadar büyük bir işin içine girdiğimizin bilincinde değildik, tiyatroseverlerdik ve çok oyun izlemiş birileriydik. Ne yapacağız, nasıl çalışacağız hiçbir fikrimiz yoktu. Önce bizi çalıştırabilecek birilerini aradık ancak o dönem öyle birileri yoktu Hamburg’’da.”
(Foto: Medyascope/ Serap Sadak)
Yararlanabilecekleri kitaplar için Türk Konsolosluğu’na başvurduklarını söyleyen Sadak, “Ancak istediğimiz kitaplara da ulaşamadık. Belirli bir planla buradaki tiyatrolara gitmeye karar verdik ve daha sonra tiyatrolarda çalışan kişiler bize workshop’lar vermeye başladı. Böylece kurulduktan iki-üç sene sonra kendi oyunumuzu sahnelemeye karar verdik. İlk oyunumuz 1992 yılında Muzaffer İzgü’nün ‘Başbakan Deli mi?’ oyunu oldu. Oyunumuzun rejisörü Cengiz Talınlı’ydı. İkinci oyunumuz Zeki Şahin yönetimindeki ‘Aynalı Aynasızlar’ oldu. Bu oyunu Aziz Nesin’in bir hikayesinden yola çıkarak biz yazdık” dedi.
İlk oyunlarından sonra seyircilerden çok güzel dönüşler aldıklarını belirten Sadak, “Bizi, ‘Bundan sonraki oyununuz ne zaman?’ sorusu çok şaşırtmıştı. Hep pozitif dönüşler aldık. Herhalde bu kadar güzel dönüşler almasak bu kadar uzun süre devam etmemiz mümkün olmayabilirdi” diye devam etti.
Daha sonra yazılı oyunları oynama kararı aldıklarını anlatan Sadak, konseptlerini Türk yazarların oyunlarını oynamak olarak belirlediklerini söyledi. Farklı rejisörlerle birlikte “Evcilik Oyunu“‘, “Kadıncıklar“, “Hadi Öldürsene Canikom“ “Yangın Yerinde Orkideler” gibi pek çok oyunu sahneye taşıdıklarını söyleyen Sadak, “Bu süreçte rejisörlerin asistanlıklarını yaptım. 2005 yılında da İstasyon Tiyatro İletişim’in rejisörlüğünü üstlendim” diye konuştu.
Özellikle ilk dönemlerde, oyun tekstlerine ulaşmanın ve oynamak için gerekli izinlerinin alınmasının kolay bir iş olmadığını altını çizen Sadak, “Aslında bazı oyunları tekrar tekrar oynamak istiyoruz ama amatör bir grup olduğumuz için her zaman aynı kişileri bulamayabiliyoruz, onun yerine yetişecek arkadaşın da çok zamana ihtiyacı olabiliyor” diye devam etti.
Topluluğun ismini yapılan öneriler arasında oylayarak seçtiklerini anlatan Sadak, “Türkçe oyunlar oynadığımız için topluluğumuza Türkçe konuşabilen herkes geliyor. İşin teknik kısmında Türkçe bilmeyen arkadaşlarımız da var. Biz kendi dilimizde bir şeyler üretmek, gelecek nesillere aktarabilmek istedik. Bu düşüncelerle Türkçe tiyatro yapmak için yola çıktık” dedi.
En son Zeynep Kaçar’ın yazdığı “Dış Ses”i sahneye taşıdıklarını aktaran Sadak,“Genelde kadın oyunlarını ya da kadın konularını seçen oyunları seçiyoruz. Bu oyun da öyle oldu. Bu oyunu da önümüzdeki aylarda oynamaya devam edeceğiz” diye konuştu.
Üç nesil bir arada
İstasyon Tiyatro İletişim’e gelip Türkçesini ilerleten katılımcılar olduğunu dile getiren Sadak, “Üç nesilden de insanlar var topluluğumuzda. Tabii genç sayımız daha az. Kadın sayısının çoğunlukta olduğu bir grubuz. Şöyle şeyler de oldu: Bizde başlayıp, evlenip çocuk sahibi olup ara veren anne-babalar, çocuklarını büyütüp tiyatroya geri döndüler. Büyük bir aile gibiyiz” dedi.
Serap Sadak, İstasyon Tiyatro İletişim’e katılmak isteyenlere de şöyle seslendi:
“İnternet sitemize bakabilirler, oradaki numaralardan bizi arayabilir, gelip ziyaret edebilir ve hoşlarına gidiyorsa bize katılabilirler. Tabii her gelen kişinin hemen sahneye çıkabileceği bir oyun olmayabiliyor, onu da belirtmek isterim. Kişiye uygun bir rol olmayabiliyor, hazırlanmış bir oyunun son döneminde gelenler olabiliyor. Katılımcıya her zaman ihtiyacımız var, herkese açığız.”
Wikipedia 12/22
Theater Istasyon (türkisch: İstasyon Tiyatro İletişim), ist ein türkischsprachiges Theater in Hamburg. Es wurde 1989 unter dem Dachverband Türk Toplumu e.V gegründet und war das einzige türkische Theater mit eigener Bühne in der Hansestadt. Von 1996 bis 2000 führte Schauspieler Demir Gökgöl Regie. Seit 2005 wird das Ensemble des Theaters Istasyon von Regisseurin Serap Sadak betreut, die zugleich Gründungsmitglied des Theaters ist. Die Grundlage der Produktionen wird vornehmlich durch Bühnenstücke zeitgenössischer türkischer Autoren gebildet. Daneben begleitet das Thater Istasyon auch Gastspiele und veranstaltet "Szenische Gedichtabende" (u. A. mit Werken von Orhan Veli oder Nazim Hikmet). 2007 wendet sich das ansonsten vornehmlich eine migrantische Zielgruppe ansprechende Theater mit Telat Yurtsevers Produktion Bilder einer Immigration (türk. "Göc Resimleri"), die deutschsprachig bzw. ohne Text daherkommt, auch an eine nicht-türkischsprachige Zuschauerschaft. Das Stück, welches die Geschichte der sog. "Gastarbeiter" und die Migration und Lebensbedingungen in Deutschland über drei Generationen thematisiert, stiess auch in der Türkei auf reges Interesse und erhielt als deutscher Beitrag zum 24. Internationalen Wettbewerb der Amateurtheater in Denizli den ersten Preis. Im Rahmen von Festivals in Deutschland präsentiert das Theater Istasyon seine Stücke bzw. Ausschnitte in Kooperation mit dem Thalia Theater (Gaußstrasse) auch mit deutscher Übertitelung (wie z.B. im "Showcase der türkischen Amateurtheater" als Teil des Projekts "Nachbarschaften - Komşuluklar" (2022), mit den Stücken "Bu Anlamlı Günde / An diesem bedeutsamen Tag" und "Şimdi Uçusa Geçiyoruz / Jetzt heben wir ab" (Autorin: Zeynep Kacar). Im Mai 2024 wurde dem Theater Istasyon für seine langjährige Theaterarbeit von der Behörde für Kultur und Medien der Freien und Hansestadt Hamburg die "Auszeichnung für hervorragende Leistungen" verliehen.
Das Haus des Theaters Istasyon befindet sich in der Hospitalstraße 111 ("Haus 7") in Hamburg Altona. (mb)
"Dış Ses" (2022)
tiyatrodergisi.com.tr (15 Mayıs 2022)
“Dış Ses” Oyunu, 5. Tiyatro Köprüsü Festivali’nde Prömiyer Yaptı
(Foto: tiyatrodergisi/ Oyuncular ve kulis ekibi)
Hamburg 5. Tiyatro Köprüsü Festivali çerçevesinde, Tiyatro İstasyon İletişim’in Serap Sadak yönetimindeki yeni oyunu “Dış Ses”in prömiyeri dün akşam yapıldı.
HAMBURG’DA devam etmekte olan 5. Tiyatro Köprüsü Festivalinin üçüncü gününde Tiyatro İstasyon İletişim’in “Dış Ses” adlı yeni oyunu sahnelendi.
(Foto: tiyatrodergisi/ Yönetmen Serap Sadak)
Zeynep Kaçar’ın yazdığı eser, yönetmen Serap Sadak’ın yorumu, Fatma Kurt’un ve Nazmiye Acar’ın oyunuyla tiyatroseverlere sunuldu.
Festivali düzenleyen Mut Tiyatrosunda sahnelenen oyun öncesi konuşan festival organizatörü ve Mut Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Mahmut Canbay, “1989 yılında kurulan Tiyatro İstasyon İletişim, Hamburg’un sadece en köklü değil aynı zamanda en istikrarlı göçmen tiyatro ekibi. Küçük tiyatro ekipleri, ancak mükemmel yönetimle ve oyunculukla ayakta kalabilir. Hepinizin huzurunda bu başarı için yönetmen Serap Sadak ve Tiyatro İstasyon İletişim ekibine teşekkür ediyorum” dedi.
(Foto: tiyatrodergisi/ “Dış Ses” oyunundan enstantaneler; Fatma Kurt, Nazmiye Acar)
Kadınlar üzerindeki norm baskısı
Biri ev, diğeri iş kadını olan iki kadının, sorgulamadan sürdürdükleri yaşamlarından, gizemli bir dış sesin etkisiyle, kendilerini bir anda farklı bir boyutta bularak, şimdiye kadarki yaşamlarıyla yüzleşmelerini konu olan oyunda Fatma Kurt ve Nazmiye Acar üstün performans sergilediler. Konu olarak Fransız varoluşçu yazar Jean Paul Sartre’nin ünlü eseri “Gizli Oturum”a, paralelliği bulunan Kaçar’ın eserinde, iki kadın, toplumun kendilerine biçtiği rol normlarını tepkisiz üstlenerek, farkında olmadan, her günün bir diğerine benzediği, boğucu bir rutine dönen bir yaşam sürdürüyor. Kadınlar, kaynağı meçhul olan, bir dış ses tarafından, adeta hapsedildikleri boyutta, erkek egemen toplumun kadınlara dayattığı sıkıştırılmış yaşamlarıyla yüzleşip, hayatlarını sorgulamaya başlıyor.
(Foto: tiyatrodergisi/ Dış Ses oyunu izleyicileri)
Oyunun son sahnesinde, aslında sosyal konumları ve statüleri ne kadar farklı olsa da, tüm kadınların aynı dayatma baskısı altında olduğu sonucuna varan iki kadın, ‘yaşadığımız hayattan, başka bir hayat mümkün’ düşüncesiyle, esaretten kurtulmanın tek yolunun bu olduğuna inanarak, güçlerini birleştiriyorlar.
Tek perdelik oyun sonunda oyuncular ve tiyatro ekibi beğeniyle alkışlandı.
https://tiyatrodergisi.com.tr/dis-ses-oyunu-5-tiyatro-koprusu-festivalinde-promiyer-yapti/
Tiyatro köprüsü festivali açılıyor ("Dış Ses")
Hürriyet (11.05.2022)
https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/tiyatro-koprusu-festivali-basliyor-42060215
İlki 2018 yılında düzenlenen ve bu yıl 5’incisi yapılacak olan Tiyatro Köprüsü Festivali, yarın başlıyor. Hamburg’un ilk çok kültürlü sahnesi olan Mut Tiyatrosu tarafından, Hamburg Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen ve 21 Mayıs’a kadar devam edecek festivale, Ankara’dan, İstanbul’dan ve Almanya’dan, dans, müzikal, mizah vb. gibi tiyatronun farklı dallarını sahneye koyan, toplam yedi tiyatro gösterisi izleyicilere sunulacak.
(Fotolar: Fatma Kurt, Nazmiye Acar)
FESTİVAL, yarın akşamı Hamburg kültür, sanat ve siyaset yaşamından çok sayıda davetlinin katılacağı açılışla başlayacak. Açılışta, kanun üstadı Turan Vurgun ve perküsyon sanatçısı Apo Gülbeyaz sahne alarak farklı kültürlerin müziklerinden derledikleri kendilerine özgü müzik sentezini davetlilere sunacak. Ardından komedyen Özgür Cebe sahne alacak. Mut Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni ve festival organizatörü Mahmut Canbay, sadece beş yıllık geçmişine rağmen Hamburg’un kültür takviminde önemli bir yer edinen ve tiyatro severlerin büyük ilgi gösterdiği festivalin, bu yıl kadın sanatçı ağırlıklı olacağını söyledi. Canbay, “Önceki festivallerde de sahnelerimizi ağırlıkla kadın gruplara açmak için çabaladık. Ancak gerek vize sorunları ve son iki karşı karşıya kaldığımız salgın nedeniyle bunu istediğimiz gibi gerçekleştiremedik. İlk kez bu yılki festivalimizde kadın sanatçıların sayısı erkeklerden fazla olacak. Programımızda, örneğin İstanbul’dan gelecek olan ve kadın üyelerden oluşan ‘Moria’ adlı grubun müzikal gösterisi var. Ayrıca Hamburg’un en köklü Türkçe sahnesi Tiyatro İstasyon İletişim, Serap Sadak rejisinde, Zeynep Kaçar’ın ‘Dış Ses’ eserini Fatma Kurt ve Nazmiye Acar ile sahneye koyacak” dedi.
"Şimdi Uçusa Geçiyoruz" (2019)
"Yaşamak Ne Güzel Şey" Nazım Hikmet - Şiirsel Müzikal!
Post Aktüel (2018)
http://www.postaktuel.com/tiyatro-istasyondan-ilk-siirsel-muzikal/
Nebahat Uzun
HAMBURG- Hamburg’da sanatsal çalışmalarını sürdüren Hamburg İstasyon Tiyatro İşetişim, Nazım Hikmet’in “Yaşaman ne güzel şey” adlı eserini şiirsel müzikalle sahneye taşıdı. Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu(TGH) salonunda ikinci kez sergilenen oyuna ilgi yoğun oldu. Tiyatro Yönetmeni Serap Sadak’ın tasarlayıp yönettiği, müzik yönetimini Mete Tiril’in yaptığı şiirsel müzikalde Aysun Siuda, Burcu Özdirik, Caner Şakar, Erdoğan Koç, Eyüp Dohman, Gözde Kavak Moskov, Hanife Klein, İbrahim Arslan, Mahmut Erdinlig ve M. Serdar Temur rol aldı. Etkinlikte solistler Arzu Tiril, Gözde Kavak Moskov, Mete Tiril ve İstasyon Korosu’nun seslendirdiği Nazım Hikmet şiirlerinden oluşan şarkılar dakikalarca alkışlandı. Aysun Siuda ve Burcu Özdirik’in reji asistanlığını yaptığı müzikalde Olgay Sadak, Dennis Moskov ve Barış Ramazan Gültekin teknik destek sundular. Bu projeye Beyoğlu’nda eline geçen bir kitabın ilham olduğunu ifade eden Yönetmen Serap Sadak, “Kitap, Nazım Hikmet’in Vera’ya gönderdiği kartpostallardan oluşuyordu. Bunun yanı sıra bir çok kitap okuyup araştırmalar yaptım. Projeyi arkadaşlarıma anlattığımda hepsi de görev alacağını söyledi. Eski İstasyonlu Mete Tiril de müzik desteği vermeyi kabul edince oyun değil, bir ilki gerçekleştirerek müzikal yapmaya karar verdik. Nazım’ın Habeş’li dostu Taranta Babu’ya yazdığı eşsiz dizeler bu vesileyle, İstasyon oyuncularının bedenlerinde, sözcüklerinde, seslerinde, müziklerinde ve şarkılarında can buldu” dedi. Şiirsel müzikal, 3 Mart Cumartesi günü saat 20.00’de Hospitalstr. 111, Altona adresindeki TGH salonunda 3. ve son kez sergilenecek.
İstasyon Tiyatro, “Yaşamak Ne Güzel Şey” ile büyüledi!
ELBE EXPRESS/KENT HABERLERİ /(18 Şub 2018)
http://elbe-express.info/hamburg/istasyon-tiyatro-yasamak-ne-guzel-sey-ile-buyuledi/
Hamburg İstasyon Tiyatro tarafından sahneye konulan Nazım Hikmet’in “Yaşamak Ne Güzel Şey” isimli müzikli oyun ayakta alkışlandı.
(Foto: Elbe Express)
Sahneye koydukları tiyatro oyunlarıyla profesyonel oyunculara taş çıkaran İstasyon Tiyatro ekibi yine çok konuşulacak bir oyuna imza attı. Tiyatro Yönetmenliğini Serap Sadak’ın ve müzik yönetmenliğini Mete Tiril’in yaptığı Nazım Hikmet’in “Yaşamak Ne Güzel Şey” isimli oyunu büyük beğeni kazandı. Altona semtindeki TGH Haus’da gerçekleşen tiyatro akşamına TGH Başkanı Mesut Sipahi ve iş adamı Vural Öger’in aralarında olduğu çok sayıda davetli ilgi gösterdi. İki perdelik müzikli oyun ayakta alkışlandı.
Oyunun “Bu Şehir Güzelse Senin Yüzünden” isimli kitabı okurken kafasına yerleştiğini söyleyen Serap Sadak, oyun Nazım’ın Habeşli dostu Taranta Babu’ya yazdığı Yaşamak Ne Güzel Şey isimli şiir olmalıydı, der. Oyunun ilk bölümünü Nazım Hikmet’in hapishane yıllarına ayıran Sadak, ikinci bölümde Türkiye’den ayrıldığı dönemi ele aldı.
İstasyon Tiyatro oyuncuları Aysun Siuda, Burcu Özdirik, Caner Şakar, Erdoğan Koç, Eyüp Dohman, Gözde Kavak Moskov, Hanife Klein, İbrahim Arslan, Mahmut Erdinlig ve Sedar Temur tarafından sahnelendi. Özellikle Nazım Hikmet’i canlandıran Caner Şakar’ın performansı ile göz doldurdu. Solistler Arzu Tiril, Gözde Kavak Moskow ve Mete Tiril’in seslendirdiği Nazım Hikmet eserleri hep bir ağızdan söylendi.
Oyunun sonunda oyuna emeği geçen İstasyon Tiyatro ekibinin tamamı sahneye çıkarak seyircileri selamladı. Ayakta alkışlanan “Yaşamak Ne Güzel Şey” isimli oyun 3 Mart Cumartesi günü tekrar seyirciyle buluşacak.
ISTANBUL'UN ORTA YERI SINEMA - ORHAN VELI SIIR DINLETISI
elbe-express.info: duyuru (25.01.17)
Hamburg ve çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği(HADD) ve Tiyatro İstasyon usta gazeteci Uğur Mumcu’yu 28 Ocak Cumartesi saat 19:00’da TGH’da anacak.
(...) “Türk dili, dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir” sözleriyle dil devriminin Türk milletinin çağdaşlığa geçiş sürecindeki toplumsal önemini vurgulayan Mustafa Kemal Atatürk, özellikle okuma yazmanın yaygınlaşmasını hedeflemekteydi.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, Türk harfleriyle, güzel dilimiz Türkçeyi, duru, temiz bir dille yazan, söyleyen büyük şairlerin ve yazarların ortaya çıkması, dil devriminin çok kısa bir sürede başarılı olmasının da bir belgesi sayılır.
Atatürk’ün devrimci izinde ilerleyen ve ses bayrağımıza sahip çıkan büyük şairlerimizden birisi de kuşkusuz Orhan Veli’dir. Ünlü şairimizin “İstanbul’u Dinliyorum”, “Vesikalı Yarım”, “Macera”, “Ayrılık” ve “Anlatamıyorum”. gibi eserlerini siz üyelerimize dinletmek, unutulmaz bir kültür akşamı yaşatmak istiyoruz.
Türkçe’yi genç kuşaklara taşıma amacıyla biraraya gelen ve 30 yıldır çeşitli tiyatro oyunlarını Avrupa’da başarıyla sergileyen, Türk kültürüne önemli katkılar sağlayan “İstasyon Tiyatro İletişim”, “İstanbul’un Orta Yeri Sinema” adli oyunlarıyla yurttaşlarımızla buluşacak, Orhan Veli Kanık’ın en güzel şiirlerini farklı bir yorumla okuyarak, müzik eşliğinde sahneye taşıyacak."
egazete.net: (...) Frankfurt’ta gözler kapalı Orhan Veli şiirleri dinlendi. Hessen Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (HeADD) Frankfurt Gallus Saalbau salonunda düzenlediği şiir, tiyatro etkinliğinde tasarım ve yönetimini Serap Sadak’ın yaptığı “İstanbul’un Orta Yeri Sinema, Orhan Veli Şiirleri’ dinletisi büyük beğeni kazandı. Etkinlikte İstasyon Tiyatro İletişim, sahne aldı. İstasyon Tiyatro İletişim, Orhan Veli şiirleri, müzik ve slayttan oluşan gösterisiyle dinleyicileri İstanbul yolculuğuna çıkardı.
http://www.egazete.de/frankfurtta-gozler-kapali-orhan-veli-siirleri/
Avrupa Postasi: (...) Orhan Veli şiirleri dinletisine yoğun ilgi - Hamburg İstasyon Tiyatro İletişim'in “İstanbul'un orta yeri sinema” adlı Orhan Veli şiirleri dinletisi yoğun ilgi buldu. (...) Etkinliğin sonunda ekip uzun süre alkışlandı. Mustafa Kemal Adatepe, Zeynep Schipper-Çetin ve Olgay Sadak'ın da yoğun katkılarıyla gerçekleşen etkinlik 29 Ocak 2016 Cuma günü saat 20.30'da tekrar şiirseverlerle buluşacak.
http://www.avrupa-postasi.com/kultur/orhan-veli-siirleri-dinletisine-yogun-ilgi-h97786.html
Türkses: (...) TECRÜBELİ OYUNCULAR İstasyon Tiyatro İletişim 25 yılını geride bırakan ve oldukça başarılı ve tecrübeli oyunculardan oluyor. Daha önce çeşitli tiyatro oyunlarını başarıyla sergileyen ekip, bu kez izleyenlerin karşısına şiirlerle çıktı ve eski İstanbul giysileriyle adeta göz kamaştırdı. Etkinliğin sonunda ekip uzun süre alkışlandı. Mustafa Kemal Adatepe, Zeynep Schipper-Çetin ve Olgay Sadak’ın da yoğun katkılarıyla gerçekleşen etkinlik 29 Ocak 2016 Cuma günü saat 20.30’da tekrar şiirseverlerle buluştu.
http://turkses.de/istanbulun-orta-yeri-sinema/
AnilarFM: (...) Serap Sadak’ın tasarlayıp ve yönettiği etkinlikte Aysun Siuda, Burcu Özdirik, Caner Şakar, Fatma Kurt, Hakan Baysalman, Hanife Klein, Mahmut Erdinlig, Nazmiye Acar, Serap Sadak, M. Serdar Temur, Sultan Molu “Vesikalı yarim”, “Macera”, “Ayrılık”, “Anlatamıyorum”, “Dedikodu” gibi şiirlerin sunumunu yaparak izleyenlere adeta İstanbul’u yaşattılar.
http://www.anilarfm.de/?p=3253
Bu Anlamlı Günde (2015)
"An diesem bedeutsamen Tag"
6. Mai 2015 von Sabine Adatepe
Statistiken und Umfrageergebnisse nimmt man zur Kenntnis, empört sich vielleicht kurz – und vergisst sie wieder … Klischeevorstellungen, allemal wenn es um das Thema Geschlechterbeziehungen geht, sind kein Aufreger und eher langweilig, weil ja doch nicht zu ändern … Es sei denn, man macht ein flottes Theaterstück daraus. Das unternahm die Istanbuler Theaterfrau Zeynep Kaçar mit ihrem Stück bu anlamlı günde (an diesem bedeutsamen Tag), das kürzlich in Hamburg die türkischsprachige Theatergruppe İstasyon Tiyatro İletişim, die jüngst ihr 25-jähriges Bestehen feierte, als neues Stück in der Regie von Serap Sadak auf die Bühne brachte. Die Komödie mutet fast als Tragödie an, zeichnet sie doch den Status-Quo der Gender-Verhältnisse nicht nur aber vor allem in der Türkei und damit auch einem guten Teil der Türkei-stämmigen Community in Deutschland nur allzu realistisch nach.
Zwei TV-SprecherInnen bilden den Rahmen mit Nachrichten, die schon auf das Thema des Abends hinweisen, und einer Statistik, die in den darauf folgenden Szenen amüsant bis hintergründig zum Leben erweckt wird. Mit dem Thema unmittelbar verknüpfte, so sorgfältig wie liebevoll inszenierte Reklamesketche trennen die einzelnen Szenen voneinander. Nur sieben SchauspielerInnen stellen insgesamt 23 Personen dar, eine Glanzleistung, denn es gelingt allen, innerhalb weniger Minuten in völlig unterschiedliche Rollen zu schlüpfen und die Charaktere überzeugend vorzuführen. Ein so schlicht wie effektiv gestaltetes Bühnenbild unterstützt mit jeweils wenigen Handgriffen Umbau die unterschiedlichen Szenerien.
Der Studie der Gesellschaft für türkische Kriterien zufolge, so verkünden die SprecherInnen (seriös verkörpert von Burcu Özdirik und Caner Şakar), denken türkische Männer, ein Mann solle Erfahrungen vor der Ehe gesammelt haben, die Frau, die er heiratet, müsse jedoch Jungfrau sein. Zwei von drei Männern gingen während der Ehe fremd. Türkische Frauen dagegen wollten einen Mann mit Erfahrung heiraten, fänden es aber richtig, dass die Frau als Jungfrau in die Ehe geht. Männer fürchten, die Ehre ihrer Frauen könnte befleckt werden, Frauen fürchten dies ebenfalls – und ihre Lieblings-TV-Serie zu verpassen. Für eine türkische Frau sei eine außereheliche Beziehung undenkbar.*
Nach der ersten Werbeeinlage wird die Meldung des Tages angerissen: Eklat und gewalttätige Ausschreitungen auf einer Hochzeitsfeier! Details werden für später angekündigt. Nun beginnt der Reigen an dieser Hochzeitsfeier beteiligter Paare, ausgespart bleibt nur das Pärchen, das an diesem Abend heiratet. Albay Şefik (Murat İlkbahar) eşi Şükran (Nazmiye Acar)
Oberst Şefik (Murat İlkbahar, mit einem gelungenen Auftritt aus der türkischen Kunstmusik zum Auftakt) und Gattin Şükran (Nazmiye Acar in der ersten von sechs Rollen in diesem Stück), gutsituiert, er kemalistisch, bodenständig, patriotisch deklamierend, sie ewig beim Aufputzen als überkandidelte Society-Lady im Mini, das nicht mehr so recht zu ihrem Alter passen will, sind die Brauteltern. Beiden ist nicht recht geheuer, dass Tochter Ülkü ausgerechnet den Sohn einer frommen Familie ehelichen will, nicht einmal Alkohol soll es auf der Feier geben. Man hofft, die Schwiegerfamilie nach der Hochzeit erst im Krankenhaus bei der Geburt des ersten Kindes, selbstverständlich ein Sohn, wiederzusehen, beschließt aber, gute Miene zu machen.
Hacı Gıyasettin (Eyüp Dohman) Eltern des Bräutigams sind Hacı Gıyasettin (wunderbar in seinem lasischen Akzent und Gehabe von Eyüp Dohman gespielt) mit Gattin Hacer (die nächste Meisterrolle für Nazmiye Acar), deren ganzer Stolz ihr Prachtsohn ist, den ja immerhin „sie gemacht“ habe. Auch ihnen behagt die Schwiegerfamilie gar nicht, immerhin findet der Vater die Braut sehr hübsch, das Heft in der Familie hat eindeutig die Ehefrau in der Hand. Das Ehepaar ist nicht etwa als strenggläubig, freudlos-fromm dargestellt, sein gesellschaftlicher Status und Habitus passt absolut zur Familie des Oberst – nur tritt hier eben nicht die republikanische Seite, sondern die neue muslimische Society auf.
Neben den Brauteltern sind die Trauzeugen eingeladen, ein älteres Professorenpaar (Caner Şakar und Aysun Siuda), bewusst klamaukhaft überzeichnet. Weiter der Hauswart Mahmut mit Frau aus dem Haus des Oberst (in ihrer Biederkeit überzeugend dargestellt von Murat İlkbahar und Burcu Özdirik), der die Hochzeitseinladung lange gar nicht ernst nimmt, er will Fußball gucken und fordert die Frau auf, das Geschrei des achten Kindes abzustellen. Sie brüllt nach der älteren Tochter, um diese Aufgabe zu delegieren, während sie die von der Hausherrin für diesen Anlass überlassenen Kleidungsstücke begutachtet, um zumindest annähernd präsentabel zu erscheinen. So nimmt sie auch dem nörgelnden Gatten sein letztes Argument, als sie ihm ein schmuckes Jackett übeKapıcı Mahmut (Murat İlkbahar) ve karısı (Burcu Özdirik)rhängt, das ihm in seinem Hausmeisterstolz doch sehr schmeichelt. Schließlich sind da noch die Freunde der Braut, Ayberk (Caner Şakar) und Çisilsu (Aysun Siuda), wiederum bewusst übertrieben als trinkendes, kiffendes Paar oder auch Nicht-Paar präsentiert, er bereits sturzbetrunken, sie schrill als Knallbonbon aufgemacht, auch hier stellt sich die Frage, was man(n) bloß anziehen soll. Hier kippt das Stück gewissermaßen, der Zuschauer fragt sich, was das wohl für ein Brautpaar sein mag …
Nach der letzten Werbeunterbrechung – ein fast gediegen daherkommender Sketch über die Finanzierung der nötigen Wohnungseinrichtung für ein junges Ehepaar (sympathisch gespielt wiederum von Murat İlkbahar und Nazmiye Acar) – verkünden erneut die Nachrichtensprecher, was nun auf der Hochzeitsfeier, auf die sämtliche Szenen fokussierten, geschah: Ein Hochzeitsgast machte einem der Ehepartner kurz nach der Trauung eine Liebeserklärung, woraufhin die notdürftig unter Kontrolle gehaltenen Differenzen ausbrechen, schließlich drei Männer Waffen ziehen und es eine Reihe von Verletzten gibt. Denn Tarcan, jener ominöse Gast, erklärte nicht der Braut seine Liebe, sondern dem Bräutigam. Ein Homo! Skandal! Daraufhin meldet Tarcan sich unverzüglich telefonisch in der Live-Sendung – er taucht also auf der Bühne auf (der große Auftritt von Murat Büyükalp) – und erklärt, wie alles „wirklich“ war, vor allem mokiert er sich über die Diffamierung, besteht auf der Bezeichnung „Gay“ statt „Homo“ und konterkariert mit seinem selbstbewussten Bericht das seriöse Gehabe der Nachrichtensprecher, die sich, stellvertretend für die „normale“ Gesellschaft, empören, es sich auf ihren stereotypen Moralvorstellungen bequem machen, aber in ihren Fragen zugleich die voyeuristische Lust des Publikums, also der Gesellschaft, spiegeln. Damit ist auch der Einfluss der Medien auf die in der Bevölkerung herrschenden Klischees kritisch angerissen.
Zwei Elemente durchziehen alle Paardarstellungen und zeigen, wie ähnlich sich die Menschen sind, auch wenn sie in unterschiedlichen sozialen Verhältnissen leben: eine Fernsehsendung – Fußballmatch, Talkshow, Seifenoper-Serie – ist ihnen wichtiger als die anstehende Hochzeit, zu der offenbar niemand wirklich gern geht, auch wenn am Ende alle froh gewesen sein dürften, den Skandal live miterlebt zu haben. Zweitens werden durch die Bank alle Frauen, die sich für die Feier leicht bis übermäßig zurechtmachen, für ihren Lippenstiftauftrag kritisiert. In allen Konstellationen, auch in den Werbeeinlagen, sind es die Frauen, die sich bemühen, die Männer bei Laune zu halten und sich letztlich gezwungen sehen, nach deren Pfeife zu tanzen, so abstrus auch deren Vorstellungen sein mögen.
Regisseurin Serap Sadak sieht in der Inszenierung vor allem Kapitalismuskritik und die „Hoffnung auf eine Welt, in der jegliche Lebensanschauungen frei nebeneinander existieren können, ohne Gewalt, insbesondere gegen Frauen“ (Handzettel zur Aufführung). Manche/r im Publikum dürfte sich und/oder sein Umfeld in der ein oder anderen Figur wiedererkennen,
Vielleicht regt dieser Spiegel doch den einen oder die andere dazu an, Sadaks Postulat, mehr selber zu denken und sich nicht von Medien und gesellschaftlichen Vorurteilen und Klischees „verwirren“ zu lassen, in die eigene Lebenswelt zu integrieren – und damit diese Welt ein Stückchen besser zu machen.
Weitere Aufführungen sind für November 2015 geplant.
© Szenenfotos aus den Proben: İstasyon Tiyatro İletişim 2015
Gazete Hamburg 04.05.2015 ("Bu Anlamli Günde")
http://www.gazetehamburg.com/haber/-hem-dusundurdu--hem-guldurdu-/
Gazete Hamburg 22.01.2014 ("Istasyon Tiyatro Iletisim 25 yasinda")
http://www.gazetehamburg.com/haber/istasyon-tiyatro-25-yilini-kutluyor/
Kutu Kutu: "Geister Aus Der Kiste"
Post Gazetesi 13.05.2013 ("Kutu Kutu")
Türkiye Gazetesi, 13.04.2013 ("Kutu Kutu")
Sabah Gazetesi 04.2013 ("Kutu Kutu")
http://sabah.de/kutu-kutu-oyunu-ayakta-alkislandi/
http://angeschwemmt.wordpress.com/2013/04/15/kutu-kutu-tiyatro-istasyon/
15. April 2013 von Sabine Adatepe
Kutu Kutu, Tiyatro Istasyon
Ein Großstadtpark. Zu Ravels Bolero betreten vier Frauen und ein Mann die Bühne, erstarren zum Standbild. „Die Menschen waren versteinert, die Statuen aber zum Leben erwacht“, berichtet Nergis, das Mädchen in der roten Kiste, später von ihrem Traum. Kutu Kutu (Allerlei Kisten), das neue Stück der türkischsprachigen Hamburger Theatergruppe Istasyon Tiyatro Iletisim spielt in einem Park mit hypermodernen Plastiken, ein Vorzeigeprojekt, ein „Lebens- und Kommunikationsraum“ (laut Flyer), eine Allegorie auf die soziopolitischen Verhältnisse in der Türkei. Autor Memet Baydur (1951-2001) scheint mit seinem Stück von 1994 das Heute vorausgeahnt zu haben.
Ein Glücksgriff: Personelle Gründe im Ensemble ließen aus Baydurs Clochard Tahir eine Dame werden, Tahire, ebenso charmant wie gekonnt gespielt von Nazmiye Acar. Mehr blitzgescheite, redegewandte Philosophin als bedauernswerte Obdachlose, verkörpert sie mit bissigem Humor und Ironie, mit Gesang und Poesie die Lebensweisheit der Straße, das Gewissen und Gedächtnis der Gesellschaft. Immer wieder berichtet sie von Düşkent (Traumstadt) als einer lebenswerten Utopie, die zu Beginn des Stücks fast möglich scheint – solange die vier Frauen im Parkprojekt vereint sind: Tahire, Stadtplanerin Ayşe (Fatma Kurt), die als Clou der Hypermoderne einige Plastiken – Kisten – bewohnen lässt und in gewagtem Outfit Abend für Abend die Skulpturen im Park persönlich inspiziert, Nergis (Özlem Özçep/Burcu Özdirik), die 20-jährige Ausreißerin und Bewohnerin der zentralen roten Kiste, und Canan (Hanife Klein), eine vom Leben und Lieben enttäuschte Singlefrau, die über Schlaflosigkeit klagt und unversehens zu den Parkbewohnerinnen ins Boot steigt. Gemeinsam verspotten sie Banker Murat, der sein entlaufenes Hündchen Fifi sucht und Allgemeinplätze bürgerlicher Moral von sich gibt, als deren Verkörperung er auftritt: „In diesem Land sind die Schrauben locker.“ Er mokiert sich über Ayşe, seine Ex-Verlobte, die nun als emanzipierte Stadtplanerin in der Kommune Karriere macht. „Du musst doch nicht arbeiten“, erinnert er sie. „Arbeitest du nur, weil du es musst?“, fragt sie zurück.
Ayşe ist die moderne Frau, die Karriere machen, selbstbestimmt leben und doch ganz Frau sein will. Ein Spagat, von dem viele Frauen in modernen Gesellschaften ein Lied singen können. Als die Zeiten sich wandeln und aus dem lächerlichen Banker mit Wohnsitz im Hotel Mama ihr Vorgesetzter wird, mittlerweile zum ambitionierten urbanen Muslim mutiert, vollzieht sie, wenn auch zunächst widerstrebend, den Wandel mit, um ihren Job nicht zu verlieren. Aber heiratet man deshalb einen Mann, den man aus Kutu Kutu (Szenenfoto v. M. Kemal Adatepe)tiefstem Herzen verachtet?
Der neue Bürgermeister setzt im Zuge seiner wertekonservativen Wende ein neues Parkkonzept ein, das Murat als frisch installierter Berater und Oberinspektor des Projektes „Skulpturen und Zirkusse“ umzusetzen hat. Was auf den ersten Blick den Anschein einer notwendigen Initiative hat, denn der Park ist augenscheinlich heruntergekommen, entpuppt sich bei näherem Hinsehen als Kontroll- und Nivellierungsprojekt: Keine Skulpturen mehr, keine Bewohnerinnen, weder offizielle Kistenbesetzerinnen noch Obdachlose, keine Hunde. Murat muss dringend Fifi loswerden, das Hündchen hat er umbenannt in Ketzer, er lässt es im Park zurück, doch Hausfrau Canan nimmt es fürsorglich auf. Das Schicksal des Hundes und ihr eigenes kümmern sie mehr als die Parksäuberungsaktion. Die gewitzte wetterwendische Ayşe riecht, woher der Wind weht und rettet „ihren“ Murat aus beschämenden Diskussionen mit den Parkbewohnerinnen, rasch hat sie die Seite gewechselt. Der Mann ist so lächerlich als wie zuvor, überzeugend überzogen von Murat Büyükalp gespielt.
Am Ende fegen Nergis aus der Kiste und die obdachlose Parkpoetin Tahire in Stadtreinigungskluft den Park. Nun trinkt Tahire den Rum tatsächlich, dessen Konsums sie seit je bezichtigt worden war. „Was für ein Unding!“, klagt Nergis. Doch Tahire urteilt: „Das hier sind kleine Dinge. Das Herz des eigentlichen Übels liegt anderswo.“ Gibt es so etwas wie das Herz des Übels? Wenn ja, wo? Die Frage richtet sich ins Publikum. Die Szene gerinnt zum Standbild, die Klammer zur Eingangsszene schließt sich.
Ein ebenso schlicht gehaltenes wie eindrucksvolles Bühnenbild – mit Metropolsilhouette, Parkbank, Laterne, einer Skulptur und besagten Kisten – und ein durchdachtes Musikkonzept mit Zitaten aus Klassik, Pop, türkischer Kunst- wie auch Arabeskmusik runden die gelungene Aufführung ab. Baydurs Vorlage ist mit Sprachwitz gespickt, Regisseurin Serap Sadak setzt mit Bezügen zur türkischen Tagespolitik Akzente, Pointe folgt auf Pointe, manchmal im Stakkato. Die Laien-SchauspielerInnen meistern das Sprachfeuerwerk bravourös, eine Herausforderung ist es aber auch für das Publikum. Im Stammhaus von Tiyatro İstasyon, der Türkischen Gemeinde Hamburg, applaudiert das Publikum im ausverkauften Saal begeistert. Die Zustimmung gilt der famosen Leistung der Theatertruppe, nicht minder aber auch dem Tenor des Dramas, dem hier herrschenden Konsens über Islamisierung als Gefahr.
Tiyatro İstasyon spielt ausschließlich auf Türkisch, hat aber auch bereits gute Erfahrungen mit deutscher Unter- bzw. Übertitelung gemacht. So zuletzt mit "Sınır" (Die Grenze, 2011). Auch Kutu Kutu soll diesen Weg gehen, um für ein breiteres Publikum tauglich zu werden. Hier ist zwar Islamisierung angeprangert, letztlich aber geht es um die Warnung vor jeder Art von gleichmacherischem, repressivem Regime, bei dem die Ideologie und nicht der Mensch im Vordergrund steht.
Aktuelle weitere Termine: 27.04. und 04.05., jeweils um 20 Uhr, TGH, Haus 7, Hospitalstraße, Hamburg-Altona.
Hamburg’da Göçmen Tiyatrosu: İstasyon Tiyatro
Mimesis Online Gazetesi, 2011
http://mimesis-dergi.org/2011/02/hamburgda-gocmen-tiyatrosu-istasyon-tiyatro/
15.02.2011 Mimesis Söyleşi
Foto: Mimesis (Serap ve Olgay Sadak)
Geçtiğimiz yıl yirmi birinci kuruluş yılını geride bırakan İstasyon Tiyatro-İletişim 2011 yılına Muzaffer İzgü’nün aynı isimli öyküsünden uyarlanan “Sınır” isimli oyunla başladı. Ön oyununda Fatma Kurt, İbrahim Arslan ve Murat Tosun’un yer aldığı oyun, Caner Şakar ve Mahmut Erdinlig tarafından başarıyla sahnelendi. “Sınır”ın sahneye konma çalışmaları sırasında tanıştığımız, yakınlaştığımız oyunun rejisörü Serap Sadak ve oyunun dekorcusu, ses ve ışık teknisyeni Olgay Sadak ile yaptığımız kişisel konuşmalarda, sohbetlerde, yavaş yavaş Hamburg’daki Türk-göçmen tiyatrosunun çeyrek yüzyıllık tarihinin şekillenmeye başladığını fark ettik. Yeniden canlanmaya, şekillenmeye başlayan bu tarihin, bilginin yeniden unutulup gitmesine izin vermemek, kayda geçirmek zorunluluğu bizi oyundan sonra konuşmaların kayıt edildiği bir sohbette buluşturdu. Sabine Adatepe’nin de katıldığı ve zaman zaman sorularıyla ve yorumlarıyla katkıda bulunduğu bu iki saatlik buluşmada Sadak çiftiyle 1969’dan bu güne Hamburg’daki Türk-göçmen tiyatrosunun hikâyesi hakkında sohbet ettik, söyleşi yaptık. Aşağıda okuyacağınız metin bu sözlü aktarımın bir bölümünün yazı diline uyarlanmış halidir. Burada okuyacaklarınız, Serap ve Olgay Sadak’ın Hamburg’daki amatör tiyatronun tarihçesi ve bugünkü durumu ile İstasyon Tiyatro-İletişim’in kuruluşu ve gelişmesi üzerine aktardıklarıdır. Sadaklar’ın Hamburg’daki ikinci kuşak Türk tiyatrosu ve Hamburg’daki tiyatro seyircisi üzerine aktarımları ve yorumları ise bir başka çalışmada daha detaylı üzerinde durulmak üzere geriye bırakıldı, buraya alınmadı.
***
Sevgili Serap Sadak, sevgili Olgay Sadak, “Sınır”ın sahnelenmesi aşamasında birçok kez gerek, İstasyon Tiyatro-İletişim’in kuruluşu ve bugüne gelişi olsun, gerek Hamburg’daki tiyatro üzerine, gerekse diğer tiyatro gruplarının çalışmaları üzerine olsun ilginç konuşmalar, sohbetler yaptık. Bugün burada bir araya gelmemizin amacı daha önce konuşmuş olduklarımızın kayda geçirilmesi, bir anlamda canlı tarih yazımı yapmak. İsterseniz söyleşimize sizin de kurucuları arasında yer aldığınız Hamburg’un en eski tiyatrosu İstasyon Tiyatro-İletişim’le başlayalım. İstasyon’un kuruluş aşamasını bizlere anlatır mısınız; İstasyon Tiyatro-İletişim nasıl kuruldu, ne zaman kuruldu, ilk oyun hangisiydi?
Serap Sadak: Hamburg Türk Toplumu’nda ikinci başkanlık yaptığım dönemde TGH’nın bugün içinde bulunduğu binaya, Haus 7’e geçtik. Burada yer imkânımız genişlediği için çalışma grupları kuralım diye düşündük. Velilere yazılı soru formları gönderdik, geriye dönüşümlerde en çok istek folkloraydı. Sonra tiyatro ve koro geliyordu. Folklor grupları birçok dernek ve kuruluşta yeterince vardı. Böylece biz de koro ve tiyatro üzerinde yoğunlaşmaya karar verdik. O dönemde zaten küçük bir koromuz vardı, tiyatroya ise böylece başlamış olduk. İlk başladığımızda ne kadar büyük bir işin içine girdiğimizin bilincinde değildik. İlk olarak bize tiyatro için gelenlerle doğaçlama çalışmaları yaptık. Naci Özaslan arkadaşımız bize bu konuda çok yardımcı oldu. İlk çalıştırıcımız odur. Bir iki sene kadar doğaçlama çalışmalarıyla geçti. Seyirci önüne çıkmaya hazır olduğumuzu düşündüğümüzde, ilk olarak Muzaffer İzgü’nün kısa bir hikâyesinden uyarladığımız “Başbakan Deli mi?” adlı oyunumuzu sergiledik.
Olgay Sadak: Biz burada, Hamburg’da ilk olarak 1971’de, daha Serap gelmeden önce bir tiyatro gurubu kurmaya çalıştık. Neriman Arkoç’la, tiyatrocudur kendisi, bir oyun yapmaya çalıştık. „Yağmurcu“yu oynayacaktık. Fakat çeşitli sebeplerle bir türlü gerçekleştiremedik. İşte, amatör grupların kaderi; birinin işi oluyor, diğerinin başka bir işi oluyor derken insanlar sıkılıyor, bırakıyor. Oyun kaldı. Seneler sonra 1989’da tekrar bu grup kurulurken kurucular arasında yer aldık. Naci Özaslan, Ferahmuz Sancar vardı aramızda. Fakat onlar olaya daha profesyonelce yaklaştıkları için bizim amatörlüğümüze pek sıcak bakmadılar, ayrıldılar. Biz devam ettik.
O zamanlar bir ismimiz de yoktu, sadece tiyatro gurubuyduk. İlk oyunumuzu sahneleyeceğimiz zaman kendimize bir isim aradık ve İstasyon Tiyatrosu ismini aldık.
İlk oyun sahneleme teşebbüsümüz Oktay Arayıcı’nın “Batakhane Gülü” idi. O sırada tesadüfen Hamburg’da bulunan Ali Sinan isimli bir rejisör arkadaşımız -kapıdan bakanı içeri çeviriyordu oyuncu yapmak için, öyle bir zaman da yaşadık- oyunu hazırlıyordu. Uzun ve tiratları çok olan bir oyundu, gerçekleşmedi. Yılmadık, “Başbakan Deli mi?”yi yapalım dedik. Cengiz Tanınlı arkadaşımız oyunu sahneye koydu, Serap da reji yardımcısıydı. Böylece başlamış oldu bizim tiyatro maceramız.
Serap Sadak: Reji asistanlığı da yaptım, metinleri de geliştirdim.
Olgay Sadak: On dakikalık oyun çıkacak kısa bir hikâyeydi, biz onu bir saate çıkardık. Özal döneminin güncel olaylarını anlatıyorduk.
Serap Sadak: O zaman papatyalar dönemiydi, onları da içine serperek Millet Meclisi’ndeki olayları eleştirdik; guguk devleti değiliz, hukuk devletiyiz sözlerinin geçtiği bir oyundu. İlk oyunumuz oydu. Fakat çok ilkel şartlarda başladık. İki bina öteden, çatıdan, sahneler taşınıyordu, ışıklarımız yoktu, gidip kiralanıyordu, bu ışıklar da yerden konduğu için gölgeler daha çok oluyordu.
Olgay Sadak: Oyunu Hamburg’da değişik semtlerde ve Kiel’de, sanırım, on, on bir defa sahneledik. Aslında daha da oynayacaktık. Fakat amatör tiyatronun kaderi, kalabalık bir kadro olunca çıkan birinin yerine başka birisini koymak zor oluyor. Bir de Serab’ın da dediği gibi, çok zor şartlardı. Ben Cuma günü işten çıktıktan sonra [Hamburg’un dış semtlerinden] Bergedorf’a gidip ışıkları kiralıyordum, arabaya yükleyip getiriyordum. Pazartesi geri vermek için de saat 10’a, 11’e kadar ışıkları kiraladığımız yerin açılmasını bekliyordum, işe gidemiyordum. Sonra yavaş yavaş kazandığımız paralarla ışıklarımızı almaya başladık. Bugün Haus 7’de gördüğünüz ışık sistemi tümüyle bizim oyunlardan elde ettiğimiz gelirlerle yapıldı. Bir de son zamanlarda binanın bodrumunda bir yerimiz oldu, orayı da yine oyunlardan gelen kazançla bugünkü haline, kullanılabilir duruma getirdik. Bunların hepsi bugüne kadar gelmiş geçmiş oyuncuların, emekçilerin katkılarıyla oldu, elde edildi.
Bu ilk oyunu hangileri izledi, şimdiye kadar hangi oyunları sahnelediniz, son oyununuz „Sınır“ oldukça başarılı oldu, bunu hangi oyun takip edecek?
Serap Sadak: İlk oyunumuz dediğimiz gibi rejisörlüğünü Cengiz Tanınlı’nın yaptığı “Başbakan Deli mi?” (öykü: Muzaffer İzgü) idi. Onu rejisörlüğünü Zarif Zeki Şahin’in yaptığı “Aynalı Aynasızlar” (öykü: Aziz Nesin) izledi. Zarif Zeki Şahin öğretmenliğe başlayınca bizden ayrıldı. Ondan sonra Demir Gökgöl üç oyun sahneye koydu: “Evcilik Oyunu”(öykü: Adalet Ağaoğlu), “Kadıncıklar” (öykü: Tuncer Cücenoğlu) ve “Hadi Öldürsene Canikom” (öykü: Aziz Nesin). Demir son olarak “Yangın Yerinde Orkideler”e (öykü: Mehmet Baydur) başladı, fakat hoşlanmadığı için devam etmek istemedi, oyunu bir başka arkadaşımız, Umut Sinan Zor, sahneye koydu. Umut Sinan Zor ikinci olarak da “Kadınlık Bizde Kalsın”ı (öykü: Yılmaz Erdoğan) sahneledi. “Yangın Yerinde Orkideler” ile “Kadınlık Bizde Kalsın” oyunları arasında bir de Mete Tril’in tek kişilik bir şov’u, “Metetrix” yer aldı.
2005 yılında ben ilk olarak tekstlerini Celil Denktaş’ın hazırladığı “Bir Garip Akşam”ı sahneye koydum. Sonra bunu 2006’da Mehmet Baydur’un “Düdüklüde Kıymalı Bamya”sı izledi. Şimdiye kadar, “Sadece 1457 Kupon“(öykü: Ayşe Kulin), “Çin Kelebeği” (öykü: Mehmet Baydur) ve “Sınır”ı (öykü: Muzaffer İzgü; Ocak 2011) sahneye koydum. Şimdi ise “Gözü Kara Alaturka” isimli bir oyun üzerinde çalışıyoruz.
Bunların yanı sıra, 2007 yılından beri Telat Yurtsever’in kurduğu Company Hamburg ile birlikte, ortak yapımımız olan “Bilder einer Immigration”un [Bir göçün resimleri] sahnelenmesinde yer alıyoruz.
Bizlere “Bilder einer Immigration” üzerine biraz bilgi verebilir misiniz; sizler bu oyunla “Denizli Festivali”ne de katılmıştınız?
Serap Sadak: Telat arkadaşımız bizler için parasal bir karşılık beklemeksizin workshop’lar düzenliyordu. Bir hafta sonu Extertal’da bir workshop çalışması sırasında ne yapabiliriz, ne edebiliriz diye konuştuk. O konuşma sırasında Telat, aklında “Bilder einer Immigration” isimli konuşması az, beden dili yoğunluklu bir oyun olduğunu söyledi ve sonuçta Kulturbehörde’ye [belediyenin kültür dairesi]finansal destek için başvurmaya karar verdik. Başvuru kabul edildi ve oradan alınan parayla “Bilder einer Immigration” sahnelendi. Fakat oyunun hazırlık aşamasında çok kadro değişikliği oldu. Telat arkadaşın o sıkı yöntemine bazı arkadaşlar dayanamadılar. Çünkü Telat çok disiplinli ve kendi sözü dinlensin, uygulansın istiyor. Ben çok hak veriyorum. Fakat o tarzı bazı arkadaşlar kaldıramadılar. Ayrılanlar oldu, yeni gelenler oldu. Kadro yenilendi. Yeni sahneler eklendi. Sonuçta biz bu oyunla Almanya’yı temsilen “Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali”ne katıldık. Bayağı ilgi gördük. Tabii çok keyifli bir şey oldu bizim için. Hem bir festivalde olmak, hem başka tiyatro gruplarıyla tanışmak…
Türkiye’de olsun, Almanya’da olsun veya bir başka ülkede olsun, başka festivallere de katıldınız mı?
Serap Sadak: Bu ilkti. Biraz da Telat’ın itelemesiyle kakalamasıyla oldu zaten. Bizde bir şey eksik; bizi iteleyecek kuvvet eksik galiba. O kadar insanı toplayıp belli bir tarihe karar vermek, karar verdikten sonra o tarihin tutulabilmesini sağlamak, çok zor!
Olgay Sadak: Evet, en büyük sorun o!
Serap Sadak: Küçük kadrolu oyunlarla daha kolay oluyor. “Bilder einer Immigration”u 1 Mayıs’ta Lübeck’te de oynadık. Göç sahneleri olduğu için, sahne sahne, yeni bir şey ilave edilebiliyor. Lübeck’te de oyunun sonuna 1 Mayıs işçi hareketi ile ilgili bir oyun ekledik. Devamlı gelişebilecek bir oyun.
Olgay Sadak: Aynı şekilde Politbüro’da [Hamburg] da oynadık. Önümüzdeki ay Kiel’de, Kiel Eyalet Parlamentosu’nda oynayacağız. İşte en büyük sıkıntı böyle bir yerlere gitmede, katılmada ortaya çıkıyor. Böyle şeyler uzun vadeli olur. En azından 6-7 ay önceden, hatta bir sene önceden tarihleri belirlemek lazım. Oyuncular o zaman diyor ki, “iznim var mı, yok mu, bilmiyorum!”. Hepsi çalışan insanlar oldukları için işlerini bırakıp da oyun için gelmelerini isteyemeyiz. İşte Telat’ın dürtüklemesiyle bu “Bilder einer Immigration”u yapabildik; onda bile son ana kadar kimin Türkiye’ye gidebileceği, kimin izin alabildiği, kimin alamadığı tam belli değildi. Onun için uçak biletleri sorun oldu. Kimisi son günlere kaldığı için çok pahalıya bilet bulabildi ki uçak biletlerini de herkes kendisi cebinden ödedi, orada da bir fedakârlık vardı. Denizli Belediyesi sadece bizim orada bir hafta barınmamızı sağladı. Bazı arkadaşların hemen işlerine geri dönmeleri gerekiyordu, kaça bulurlarsa aldılar biletlerini, kimi arkasına tatil ekledi, ucuza getirmiş oldu. Simdi Kiel’de aynı sorun var. Bir arkadaşımızın izni var, burada değil, yerine bir başkasını bulmamız gerekiyor. Kalabalık kadroda hep bu sıkıntı oluyor.
Serap Sadak: Oyun çıkma dönemi uzuyor, çünkü insanlar gelmiyorlar. Gelmeyince de iş uzuyor. Şimdi sahneye koymaya hazırlandığımız “Gözü Kara Alaturka”da öyle bir şey oldu ki, kadro kalabalıktı, ikişer kişi hazırlanalım dedik. Sonra o geldi, bu gitti, şu bıraktı, neredeyse iki sene oldu. Şimdi diyoruz ki son arkadaşlarla bu oyun çıkacak!
Oyuncuları nasıl seçiyorsunuz?
Serap Sadak: Genelinde herkese açığız. Internet sayfamızda da ilan edildiği gibi herkes gelebilir. Ama zaman zaman tatsız durumlar da olabiliyor. Bazen gelenler hemen hiç çalışmadan sahneye çıkabileceklerini düşünüyorlar. O sırada oyunda uygun rol olmayabiliyor, oyun başlamış, kadro belirlenmiş oluyor. Bir de arkadaki işler yapılmazsa önde oyuncunun oynadığı görülmez. Bu işler bizim için aynı derecede önemli.
Olgay Sadak: Bazen geliyorlar, hiç bir şey yapmadan sahneye çıkmak istiyorlar. Bunun ezber safhası var, ezber yapmadan sahneye çıkmak istiyorlar. İnsanlar kolay zannediyorlar tiyatroyu. Ama prensip olarak herkese açığız biz. Fakat belirli bir ideolojiyi falan getirmeye kalkarlarsa o zaman “yok” diyoruz.
Oyuncuların yetişmesi/yetiştirilmesi için neler yapıyorsunuz?
Serap Sadak: İmkânlarımız elverdiğince workshop’lar yapmaya çalışıyoruz. Ama onun dışında herhangi bir eğitim olanağımız yok.
Peki, siz rejisörlük eğitiminizi nereden aldınız, kendinizi eğitmeye, geliştirmeye nasıl devam ediyorsunuz?
Serap Sadak: Ben kendimi şu şekilde eğitmeye çalıştım, önce buradaki Kültür Ataşeliği ile ilişkiye geçtim; tiyatro bölümünün ders kitaplarını elde edip edemeyeceğimizi araştırdım. Ama hiç bir geriye dönüşüm, karşılık olmadı. Daha sonra araştırıp, soruşturup tiyatro ile ilgili bulabildiğimiz kitapları toplayıp o şekilde teorik olarak kendimizi yetiştirmeye çalıştık. Pratik deneyimlerimizi ise profesyonel rejisörlerimizden edindik. Demir Gökgöl, biliyorsunuz eğitimini Avusturya’da almış, Zarif Zeki Şahin ve Telat’tan bu konuda çok şey öğrendik. Demir sözlü tiyatroya çok ağırlık veriyordu, Zarif Zeki ile Telat ise beden diline ağırlık veren kişilerdi. Zaman içinde onlardan çok şeyler öğrenme imkânı oldu. Bir de diğer grupların ne yaptıklarını devamlı izlemeye çalışıyorum. Oynanan oyunların hepsini görmeye çalışıyorum. Bir şey yaparken diğerlerinin de ne yaptığını bilmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, Türkiye’de geçirdiğimiz zamanlarda oradaki tiyatro olaylarını, gelişmeleri izlemeye çalışıyoruz.
Sizler biriniz rejisör olarak diğeriniz de teknik eleman olarak ki sizlerin zaman zaman oyunlarda da rol aldığınızı biliyoruz, başarılı bir bütünlük oluşturuyorsunuz. Nasıl oldu, nasıl başardınız bunu?
Serap Sadak: Buraya geldiğimde Hamburg Türk Toplumu ile tanışmış oldum. Uzun seneler üyesi bile değilken sonra birden kendimi yönetim kurulunun içinde buldum. Olgay da o zamanlar Göçmenler Birliği temsilcisiydi. Daha önce de dediğim gibi, çalışma grupları kuralım, aktif bir şeyler yapalım düşüncesiyle işe başladık. Ondan sonra hep bir şekilde, yerleri süpürerek de olsa, silerek de olsa, oyuncu olarak da olsa hep bir şekilde tiyatronun içinde olduk. Benim rejisör olmam Olgay’ın teknik eleman olmasından daha sonra. Çünkü ben uzun zaman Demir’in ve Zarif Zeki’nin yanında reji asistanlığı yaptım. Ben Abdurrahman Çelebi rejisörüyüm aslında.
Teknik ben de yaptım, fakat benim için çok zor bir iş. Ben teknik birisi değilim. Bir de grupta en az rol almak isteyen, oyuncu olmak istemeyen bendim, o yüzden reji işi bana kaldı.
Olgay Sadak: Kimin eli bu işlere yatıyor, kendiliğinden ona kaldı. Başka biri olsa ben bırakacağım ama adam yokluğundan mecburen yapıyorum. Gerekiyordu, çünkü arkadaşlar geliyorlar, gidiyorlar, bir hareket olması lazım, hadi diyoruz, bari biz yapalım. Serap da öyle; yani şimdi her tarafta da rejisör dolaşmıyor, yönetmen dolaşmıyor. Yoksa hadi gel hemen yapalım, diyeceğiz. Ama hepsi maddi beklenti içinde. Bir de bizim guruba uyması gerekiyor. Serap şimdiye kadar sahneye koyduğu oyunlardan rejisörlük için para almadı. Ben sahne dekoru hazırladım, teknik yaptım, para almadım. Böyle şeyler bizim tiyatromuzda yok, olmadı. Ama dışarıdan getirdiğimiz rejisörlere, eğer Kulturbehörde’den bir rejisör parası alınmışsa, alınan parayı veriyoruz. Yoksa gönüllü yapmak isteyen varsa, buyursun diyoruz.
Uzun zamandır Hamburg’da tiyatro yapıyorsunuz; neden profesyonelleşmeye doğru bir eğiliminiz olmadı, neden amatör tiyatroyu tercih ettiniz? Bunda anadilde, Türkçe tiyatro yapıyor olmanızın da rolü oldu mu?
Olgay Sadak: Biraz önce de belirttiğim gibi, Naci ve Ferahmuz en başta bizim amatörlüğümüze sıcak bakmadılar ve ayrıldılar. Profesyonelce çalışmak için “Türkisches Theater“i kurdular. Ben de onların proje kurucuları arasındaydım. Devletten para kaynağı buldular. Ama biz anadilde bir şeyler yapmak istiyorduk. Kendi kültürünü tanımayanın başka kültürlerle bağlantı kurmasının, o kültür içinde mutlu olmasının çok zor olduğunu düşünüyorduk. Bir kültürü tanımada tiyatronun çok önemli bir faktör olduğuna inandığımızdan çalışmalarımıza bazen ara da versek, „biz bunu devam ettirelim“ baskısı altında tekrar tekrar başladık.
Serap Sadak: Tabii profesyonelleşmek için bu işe daha fazla zaman ayırmak gerekiyor. Herkesin işi gücü vardı. Bunları bir kenara bırakıp ekonomik yönden belirsiz bir işe kalkışmak mümkün değildi. Ayrıca bizi derleyip toplayacak bir ele ihtiyacımız vardı. Biz bunu bir yan uğraş olarak yaptığımız için profesyonelleşme olanağımız kendiliğinden yok oldu gitti.
Anadilde kalmış olmamızın tabii ki amatör kalmamızda bir etkisi var. Her şeyden önce anadilde tiyatro yaptığımız için Kulturbehörde’den, kültür dairesinden bir destek alamadık. Onlar çok kültürlü şeylere para veriyorlar.
Olgay Sadak: İlk başlarda biraz aldık ama, onu da söylemek lazım. İlk başlarda biraz verdiler, böylece rejisörlerin ücretlerini karşılıyorduk. Ama sonra tek dilde, Türkçe olduğu için vermediler.
Serap Sadak: İkincisi de, anadildeki beden dilinde, mimiklerde bizi yetiştirecek, çalıştıracak insan sayısı çok kısıtlıydı burada. Epey zaman sonra Demir için çıkardığımız bir oyunda, “Evcilik Oyunu”nda parasal bir katkı da oldu kültür dairesinden. Yoksa bizim kendi olanaklarımızla bir rejisörle, hele bir Alman rejisörle, anadilde çalışmamız mümkün değildi. Ama zaman zaman kendimizi geliştirmek için workshop’lar yaptık.
Olgay Sadak: Ben de şunu söylüyorum; profesyonel bir Türk tiyatrosunun, ister Türkçe oynasın ister Almanca, isterse her iki dilde, maddi destek almadıkça burada yaşama şansı yok. Bunu geçmiş senelerde gördük. Biz ilk tiyatro değiliz Hamburg’da. Bizden önce Naci [Özaslan] kurduğu tiyatroyla profesyonelce çalışmayı denedi. Sonra bir kadın tiyatrosu vardı. Bunlardan kısa sürede yeni gruplar çıktı, kısa sürede dağılıp gittiler. En son geçen sene “Theater Mensch” isimli Almanca oynayan bir grup kuruldu; o da Naci’nin girişimiydi, iki oyun sahnelediler, fakat o grup da dağıldı. Bence, biz Almanca tiyatro oynamaya kalksak, belki üç beş bizi tanıyan gelecek, seyredecek, beğenecek, beğenmeyecek, sonra bilmiyorum bir daha uğrayacaklar mı? Biz burada Türkçe konuşan kitleye hitap etmeyi tercih ettik. Onun için de şimdi şu anda Hamburg’daki en uzun soluklu tiyatro gurubuyuz. 21 sene oluyor, hatta Şubat ayında 22. sene olacak. Yani bizden eski şu anda yok. Bir sürü kuruldu, geçti gitti. Bunu iddialı olarak söyleyebilirim.
Hamburg’daki diğer Türk tiyatrolarının durumu nedir? Kaç tiyatro var?
Olgay Sadak: Bizden sonra kurulan ilk tiyatro yine bizden ayrılan birkaç arkadaşın girişimleriyle kurulan „Küçük Sahne“ oldu. Bir veya iki oyun çıkardılar. Onlar da Haus 7’deydiler. Hamburg Türk Toplumu içinde ikinci bir tiyatro olarak bize alternatif olarak kuruldular. Sonra onlar dağıldılar, başka bir grup kuruldu, yanılmıyorsam ismi „Meydan Sahnesi“ idi. Onlar da bir iki oyun yaptıktan sonra dağıldılar.
Serap Sadak: Şu anda Hamburg’da bizim dışımızda anadilde tiyatro yapan iki grup var; “Denge Tiyatrosu“”ve “Asmin”. Duyduğum kadarıyla yeni bir grup daha kurulmuş ama onlarla henüz karşılaşmadım. Bizim şu an en iyi ilişki içinde olduğumuz “Denge Tiyatrosu”. Birbirimizin oyunlarını ziyaret etme adına birbirimize desteğimiz var. Bir de Telat [Yurtsever] var, ama o Almanca çalışıyor, Türkçeyle ilgisi yok ve dans tiyatrosu şeklinde çalışıyor.
Söyleşimizin buraya kadar olan kısmından anladığım kadarıyla Hamburg’da ister amatör olsun ister profesyonel olsun, ister Türkçe olsun, ister Almanca olsun birçok Tiyatro gurubu kurulmuş, dağılmış. Şimdi var olanlar da -siz zaten amatör olduğunuzu belirtiyorsunuz- profesyonel olmaya çalışan ama aslında amatör gruplar. Neden gruplar bu kadar çabuk, bir iki oyundan sonra dağılıyorlar?
Olgay Sadak: Ben fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Benim duyduğum genelde dağılmanın sebepleri maddi paylaşımda çıkan sorunlar. Yani bizde olmayan bir şey bu. Bizim prensibimiz, kimse bir şey beklemesin bizden, biz beklemiyoruz, kimse de bizden beklemesin diyoruz.
Serap Sadak: Beklemesin demekle beraber gelir-gider durumları açıkta. Oyundan sonra herkesin takip edebileceği şekilde ortada gelirimiz, giderimiz.
Gelir derken sadece giriş paraları mı?
Serap Sadak: Tabii başka bir şey yok!
Yani başından beri sponsor olmadı mı?
Olgay Sadak: Reklam veren oldu ama sponsor olmadı. Hamburg’da zor iş sponsor bulmak. Diğer tiyatro gruplarından söz ederken ben şunu vurgulamak istiyorum, biz hiç bir zaman afişimize reklam almıyoruz. Bizim afişlerde reklam göremezsiniz. Ancak tabii ilerde bir sponsor çıkarsa onun amblemini koyarız. Bakıyorum, arkadaşlar afiş yapıyorlar, afişin yarısı küçük küçük reklamlarla dolu. Elli lira oradan, yüz lira buradan ilan alıyorlar; tamam belki o da bir para kaynağı bulma şekli, ama tiyatroyla bağdaştıramıyorum ben bunu.
Ben burada bu amatör sözünü biraz açmak istiyorum; biz maddi olarak amatör çalışıyoruz ama, bence biz yaptığımız işe profesyonelce yanaşıyoruz. Çoğu profesyonelden daha ciddi yanaştığımızı iddia ediyorum. Biz diyoruz ki, eğer seyirci bir para veriyorsa bunun karşılığında bizden bir şey bekliyor. Onu vermek gerekir. İlla bir şey yapıp da, sahneye bir şey koyup da, yaptık işte, ne olacak, burada, Almanya’da bu kadarı yeter dememiz yanlış. Çünkü bakıyoruz, profesyonel tiyatro olarak buraya geliyor, bazen Türkiye’den de gelenler oluyor, bir kere çoluk çocuk, bağrış çağrış, oyun sırasında giren çıkan, oyuna geç başlamak –öyle 5-10 dakika değil, yarım saat, 45 dakika!
Biz oyunumuza zamanında başlamaya özen gösteriyoruz. En fazla son seyircinin de yerine oturmasını bekleyip, 5, bilemedin 10 dakika gecikmeyle başlıyoruz oyuna. Oyuna başlayınca kapıyı kapatıyoruz, içeri kimseyi almıyoruz. Başladığımızdan beri bu prensibimiz. Bizce tiyatronun usulüne bu uygundur. Sonra çocuk olayında, çocukların oradan zevk almayacakları belli, sıkılacakları belli, aynı zamanda hem çocuğa eziyet, hem de diğer seyircilere eziyet. Onun için baştan beri küçük çocukları almıyoruz. [Bilginotu: İstasyon Tiyatro-İletişim’in biletleri üzerinde, “Küçük çocuklar oyuna alınmaz” notu yer almaktadır.] Biz bunun çok sıkıntısını çektik. “Siz çocukları sevmiyorsunuz”, “çocuklara karşı mısınız” diye çok eleştirildik. Ben şunu söylemek istiyorum; burada, Almanya’da yaşayan insanların %80’i tiyatro deyince bambaşka bir şey anlıyor. Çünkü tiyatro kültürü olmayan bir kültürden gelme. Kırsal kesimde tiyatro, çadır tiyatrosu, dansöz, göbek dansı, saz gurubu; tiyatro deyince o akla geliyor. Ben çok yaşadım, soruyorlar, “yemek var mı orada” diye. Nitekim, isim vermek istemiyorum, birtakım tiyatro gruplarında oyun oynanırken bir taraftan da lahmacun, ayran falan satılıyor arkada.
Çocuklardan konu açılmışken, şimdiye kadar hiç çocuk tiyatrosunun sözü geçmedi. Hamburg’da çocuk tiyatrosunun durumu nedir?
Serap Sadak: Bize çocuk tiyatrosu için çok teklif geldi; velilerden geldi, çocuklar bir şeyler yapmak istediklerini söylediler, ama ben her zaman çocuk tiyatrosuna hayır dedim. Çünkü bu çalışmayı yapacak olanın pedagojik bir bilgiye sahip olması gerekir. Benim bu konuda hiç bir uzmanlık bilgim yok. Herhangi bir çocuk oyununu alıp da, Türkçe tiyatro olsun diye oynamayı ben güzel bulmuyorum. Bir kere Hamburg Türk Veliler Birliği ile bir çalışmamız olmuştu. Oradan kestik, buraya koyduk, kısa bir oyun çıkardık. Fakat ben orada bir kere daha gördüm ki, bu iş için pedagoji bilgisi gerekiyor. Zaten rejide şunu şöyle yapın bunu böyle yapın demede sorunlarım var, çocuklarda bu daha da zor. Bazı yerde daha sert olacaksın, bazı yerde daha yumuşak olacaksın, o dengeyi ayarlamak gerçekten zor ve içerik açısından da herhangi bir kayıp olmamalı. Bunu bilen biri yaptırmalı diye düşünüyorum. Geçen sene “Serçecik” diye bir grup kuruldu. Yine daha önce bizim tiyatroda oynamış arkadaşlardan biri öğretmen biri ekonomist iki arkadaş kurdular “Serçecik”i ve oynayacakları oyunu da kendileri yazmışlar. Yarı Türkçe, yarı Almanca. Her şeyi kullanmak istemişler, şunu yapmışlar bunu yapmışlar, sonuçta ortaya çocukların annelerinin “A canım benim, bak ne güzel yapıyor benimki” demesinden öteye geçemeyen bir şey çıktı.
Olgay Sadak: Bizim tiyatrodan arkadaşlar olmalarına rağmen, yaptıkları çok güzel değildi, zor geldi, bıraktılar zaten.
Serap Sadak: Sonra seyirci olarak, büyükte çok kötü bir şey oynasan da büyük alacağını alıyor, almayacağını almıyor. Ama çocukta bu böyle değil. Yanlış yapma riski fazla bence, çok dikkatli olmak gerekiyor.
Olgay Sadak: Esasında çocuk tiyatrosu burada piyasa açığı. Çocuk denince akan sular duruyor. Kurumlar destek vermeye hazır. Bunu keşfeden arkadaşlar da var. Fakat bunu iyi yapmak, hakkınca yapmak gerekir. Duyduğumuz kadarıyla şimdi okul öncesi çocuklar için, yuva çocukları için bir çalışma hazırlanıyormuş, bunun dışında da Hamburg’da Türk çocuk tiyatrosundan sözü edilecek bir şey yok!
Son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum: Hamburg Türk Toplumu, Göçmenler Birliği gibi kurum isimleri geçti. İstasyon Tiyatro-İletişim, bildiğim kadarıyla, TGH’nın çatısı altında bir inisiyatif. Bütün bu isimler bizler için bildik. Hamburg’u tanımayanlar için bu kurumları ve sizlerle ilişkilerini kısaca açıklar mısınız?
Olgay Sadak: Bugünkü TGH’nın [Türkische Gemeinde in Hamburg und Umgebung – Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu] ismi önceden Türkiye Göçmenler Birliği’ydi (TGB). İlk önce Hamburg Türk Toplumu (HTT) diye bir dernek vardı. Yani TGH ile hiç alakası olmayan bir dernek. Onun bünyesinde kurulduk biz. Daha sonra, 25 yıl önce Ramazan Avcı’nın Neo-Naziler tarafından öldürülmesinden sonra TGB kuruldu. İçinde bir sürü dernek vardı. Uzun tartışmalardan sonra HTT, TGB’ne üye oldu. Daha sonra Haus 7 alındı ve hep beraber oraya taşınıldı. O zaman orada Sosyal Demokratlar Derneği vardı, kapandı. Daha sonra HTT çeşitli sebeplerden TGB’den ayrıldı. Bugün hâlâ varsa belki adres derneği olarak vardır, kayboldu gitti. HTT ayrıldığında bizim için yer sorunu çıktı. Haus 7’de kalmamız gerekiyordu, bu sefer biz TGB’ye üye olduk. İnisiyatif olarak. Yedi-sekiz sene önce uzun tartışmalardan sonra TGB, TGH adını aldı. İlk kuruluş döneminde, Ramazan Avcı’nın öldürülmesinden sonra dernek kurulurken kendimizi göçmen olarak görüyorduk. Zamanla artık göçmenlikten çıktık, buralı olduk diye düşünenler ağır bastı.
Serap Sadak: Bence biz hâlâ göçmeniz!
Olgay Sadak: O zaman HTT daha aktifti, onun için yeni isim Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu oldu. Ben uzun yıllar, 15 sene kadar, yönetim kurulunda görev aldığım için bazı avantajlarımız oldu. Haus 7’de kullandığımız odaları böyle alabildik, yoksa mümkün olmazdı, kimseye vermezlerdi. Bu arada yanlış anlamaları önlemek için hemen belirteyim, aldık derken biz sadece kiracıyız; hatta birikmiş kira borçları yüzünden TGH ile kavgalıyız bile.
Yer çok az. Kimsenin doğru dürüst bir yeri yok. Herkes yer istiyor. Başka tiyatro gruplarında da aynı sıkıntının yaşandığını biliyorum. Yersizlik sorunundan eşyalarını, dekorlarını evlerinin bodrumlarında saklamak zorunda kalıyorlar. Bizim güzel bir yerimiz var. Bu yeri almamızdaki en büyük faktörlerden biri, o sırada rejisörlüğümüzü yapan Demir [Gökgöl] oldu. Demir emekliye ayrılacaktı, dedik ki, sana burada bir yer verelim, devamlılık olsun, tiyatro için bir danışma, buluşma noktası gibi bir yer olsun. Fakat Demir, odalar binanın bodrum katında olduğu için, “Beni ölmeden mezara mı koyacaksınız!” dedi, beğenmedi. Aslında biz Demir için yer ararken ısrarla orayı istemiştik ama o istemedi orayı. Sonra biz de şimdiki haline getirdik.
Aslında bizim orası için bir başka planımız daha vardı. Serab’ın fikriydi, orada okuma akşamları, gitar dinletileri düzenleyebileceğimiz bir “Kültür in” kurmayı düşündük. Ama hayata geçiremedik. İşte bizim TGH ile bağlantımız bu.
Bu güzel söyleşi için sizlere çok teşekkür ediyorum. Bitirmeden önce ben okuyuculara, sizler ve İstasyon Tiyatro İletişim hakkında daha fazla bilgi edinmek isterlerse internet sayfanızdan, www.tiyatroistasyon.de’den sizlere ulaşabileceklerini belirtmek istiyorum. Sizler bizlere son söz olarak neler söylemek istersiniz?
Olgay Sadak: Biz istiyoruz ki bizden sonra sahiplenilsin. Biz belirli bir yaşa geldik, ömür boyu burada koşturacak halimiz yok. Artık zamanımızın bir kısmını Türkiye’de de geçiriyoruz. Biz burada yokken herkesi toparlayacak, çalışmaları sürdürecek birileri çıksa, gözümüz arkada kalmaz. Memnun oluruz. Gönül rahatlığıyla, bak bizim ektiğimiz tohumlar yeşermeye başladı deriz. Bunu demeyi çok arzu ediyoruz.
Serap Sadak: Mesela birileri ucundan tutup da amatörlükten de çıkarıp profesyonel bir yere taşısa, senede bir iki oyunla bile olsa devam ettirecek kişiler çıksa, bizde onlara destek olsak, artık sandalye mi taşıyacağız, perde mi açacağız, bunu görmek istiyoruz.
***
Not:
Serap Sadak: İstanbul 1948; Gazetecilik bölümü mezunu. 1972’de Hamburg’a geldi, bir özel bankadan emekli oldu. 2005 yılından itibaren İstasyon Tiyatro-İletişim’in rejisörlüğünü yürütmekte.
Olgay Sadak: İstanbul 1945; İki yıllık Teknik Enstitü mezunu. 1969’da Hamburg’a geldi, bir özel firmadan emekli oldu. Kuruluşundan itibaren İstasyon Tiyatro İletişim’in sahne hazırlama, ses ve ışık düzenlerinin hazırlanmasını üstlendi.
İstasyon Tiyatro İletişim’in kurucuları arasında yer alan Sadak çifti emekliliklerinden itibaren kış aylarında Hamburg’da, yaz aylarında ise İstanbul’da yaşamaktalar.
Kadınlık Bizde Kalsın
Cumhuriyet HAFTA (13.02.2004)
'İstasyon Tiyatro İletişim' Kadınlık Bizde Kalsın'daki performansıyla izleyicileri
büyülerken akıp gitmekte olan günlük yaşama inat, "Türkiye kökenli insanların sosyal ve kültürel gereksinmelerine dönük bir şeyler yapabilme çabası, Türkçeyi genç kuşaklara taşıma istemi"
amaçlamakta.
"Hamburg'un Orta Yeri Türk Tiyatrosu: Kadınlık Bizde Kalsın -
bu istasyon'da inilir" CELIL DENKTAŞ
HAMBURG - Tiyatro, hiç kuşkusuz insanoğlunun ortak kültür birikiminde önemli bir "sanatlar bileşeni"dir. Deli dolu hayallerimiz, abartmalı maceralarımız, öznel kaygılarımız hep bu bileşenin içerisindedir. Tiyatronun bütünü insana özgü bir dışavurumdur; izleyeni alır, farklı mekânlara, zamanlara taşır. Ancak bu özellikleri sinemayla karıştırmamak gerek. Çünkü sinema, izleyenin uzanıp tutabileceğinin çok ötesinde, önündeki düzlükte ya da cam ekranın içerisinde kontrol dışı akıp giden bir görüntüler zinciridir. Tiyatro gibi sizinle aynı ha- vayı solumaz, tepkinize cevap vermez.
Tarihin belirli bir dönemecinde tiyatro eylemi, bireyleri aşarak toplumu yönlendiren sistemler bütününün boyunduruğunda kişilere nasıl davranmaları, hatta düşünmeleri gerektiğini empoze eden bir gösteriler dizinine dönüşüyor. Tüm diğer sanat dalları gibi tiyatro da bir "meslek" olup çıkıyor. Tabii bu andan sonra, sanatçı "olmayan" bireylerin kendi daralan yaşamları içerisinde sanata, tiyatroya katılımcı olabilmeleri zorlaşıyor, hatta imkânsızlaşıyor. Sanatlar, tiyatro, bir tüketim "meta"sı oluyor ve bireyler de tıpkı çarşıdan diğer ihtiyaçlarını satın alır gibi tiyatroyu da izlemek üzere satın alıp "tüketiyorlar".
İç karartıcı. Ama yüzyıllardır bu böyle. Belki Yılmaz Erdoğan'dan ikibin yıl önce Aristofanes de Lysistrata'sının başına oturduğunda, "Nedir şu kadınların bu bizim ataerkil devletimizden çektiği" diye değil de, "nasıl edip de bir popüler oyun döktürsem" diye dertlenmekteydi. Çünkü, tıpkı kadının toplum içerisindeki erkeğe eşit konumunun gerilerde kalmış olması gibi, sanatlar da çoktan insanın kendini ifade aracı olmaktan çıkıp ortalama insan tüketimine yatkın birer seyirlik haline gelmişlerdi.
Ama biz, "Kadınlık bizde kalsın!" diye boynunu büken kadınları kendi hallerine bırakarak Erdoğan'ın, "Sanki kendisi hayatta en hakiki mürşitti" deyip, Hazerfan Ahmet Çelebi üzerinden dolandırarak Anadolu Tarihi'nin çok yakın bir dönemecinde, bir yeniden siyasi yapılanmaya yönelttiği eleştiri oklarının bu seyirlik tüketimi ne denli popüler kıldığını gelin kabul edelim.
Öyle ya, sahnede olup bitenlere yabancı olduğunu hiçbir seyirci inkâr edemez. Gülünüp geçilen şeylerin aslında birer "kara mizah" olduğunu zaten seyirci kendi yaşam pratiğinden biliyor. Siyasi yapılanmanın çatısı, devlet. Girilmez, ulaşılmaz, işlerine akıl ermez ve yorum yapılmaz. Yalnızca teslim olunur. İşte seyirliği de popüler yapan zaten bu. Her şeyin üzerinde tuhaf, soyut bir güç, ez- dikçe eziyor.
"İstasyon Tiyatro İletişim", sanki tarihin o garip dönemecini atlayıp bugüne gelmiş gibi, bir acayip direnç içerisinde sanata günlük -ve kimi ağır- yaşam kaygılarının yanı sıra inatla sahiplenmeye devam ediyor. Bir yandan da, "Çalışmalarımız bu yükü kaldırabilecek, tiyatroya ilgi duyan herkese açıktır!" diyerek kadınlığı kadınlara bırakan anlayışın teslim olduğu o güçlü erki yaratan sistemler silsilesine meydan okuyor. Bu, sahneye çıkartılan oyunlar ve de oyunculukların tartışılmasından daha da önemli. Evet, tüm sanat dallarında olduğu gibi tiyatroda da "estetik kaygılar", bütünleyici ve kalıcı öneme sahiptir. Bunu İstasyon Tiyatro İletişim de reddetmiyor. Zaten sahnedeki akıcılığın ve teknik ayrıntıların aksamaması için tüm ekibin olağanüstü bir çaba içerisinde olduğu gözden kaçmıyor. Oyuna seyircinin gösterdiği ilgi de kıvanç verici. Oyun, altıncı kez "kapalı gişe" oynuyor. Ayrıca şunu da eklemeden olmaz: İstasyon, Kadınlık Bizde Kalsın'ın kapanış sahnesini mesleği tiyatroculuk olan pek çok kişiye, gruba taş çıkartırcasına gerçekten etkileyici bir başarıyla tamamlayarak seyirciye, "İşte bu İstasyon'da inilir!" dedirtiyor. Ancak tüm bunlar bir yana, akıp gitmekte olan günlük yaşama inat, "Türkiye kökenli insanların sosyal ve kültürel gereksinmelerine dönük bir şeyler yapabilme çabası, Türkçeyi genç kuşaklara taşıma istemi" başka bir yana...
İstasyon'un çalışmalarına emek veren herkes bu işi, "gönüllü bir ikinci iş" olarak üstlenmiş. Merak edenler tiyatronun www.tiyatroistasyon.de sitesine bir göz atabilirler. Bilgisayarı henüz yaşamına kabul etmemiş olanlarsa, Hamburg'daki 040-454252 veya 0170-5252225 numaralı telefonlardan diledikleri bilgiye ulaşabilirler. İstasyon Tiyatro İletişim, Kadınlık Bizde Kalsın'ı 14 Şubat Cumartesi günü, Hamburg-Altona, Haus 7'de, saat 20.00'de tekrar sahneleyecek.
""Türkisches Theater ist die Mitte von Hamburg: Kadınlık Bizde Kalsın - An dieser Station wird Halt gemacht" - Celil Denktaş" (Cumhuriyet, 13.02.2004)
Mit seiner Aufführung von 'Kadınlık Bizde Kalsın' fesselt das Theater "Istasyon" (Istasyon Tiyatro Iletisim) die Zuschauer, während es sich dem fließenden Alltag widersetzt und sich bemüht, etwas für die sozialen und kulturellen Bedürfnisse türkischstämmiger Menschen zu tun und die türkische Sprache an die jüngere Generation weiterzugeben."
"HAMBURG - Theater ist zweifellos ein wichtiger Bestandteil des gemeinsamen kulturellen Erbes der Menschheit. Unsere verrückten Träume, übertriebenen Abenteuer und persönlichen Sorgen sind alle Teil dieses Elements. Das Theater als Ganzes ist ein Ausdruck der Menschlichkeit; es nimmt den Zuschauer mit und führt ihn an verschiedene Orte und Zeiten. Diese Eigenschaften sollte man jedoch nicht mit dem Kino verwechseln. Denn Kino ist weit mehr als das, was der Zuschauer auf der Leinwand sieht - es ist eine unkontrollierbare Abfolge von Bildern, die über die Leinwand fließen, ohne dass der Zuschauer darauf Einfluss nehmen kann. Anders als im Theater atmet man hier nicht dieselbe Luft und erhält keine Reaktionen auf seine Gefühle.
An einem bestimmten Wendepunkt in der Geschichte wird die Theateraufführung zu einer Reihe von Vorstellungen, die die Menschen dazu bringen, sich den Vorstellungen der herrschenden Systeme zu unterwerfen, und ihnen vorschreiben, wie sie handeln und sogar denken sollen. Wie alle anderen Kunstformen wird auch das Theater zu einem "Beruf". Natürlich wird es für Menschen, die nicht zu dieser Gruppe gehören, immer schwieriger, sich in ihrem engen Leben mit Kunst und Theater zu beschäftigen, ja, es wird sogar unmöglich. Die Künste, das Theater, werden zu Konsumgütern und die Menschen konsumieren sie ebenso wie andere Bedürfnisse auf dem Markt.
Düster. Aber so ist es seit Jahrhunderten. Vielleicht, als Aristophanes sich vor zweitausend Jahren an sein Werk "Lysistrata" setzte, dachte er nicht darüber nach, was die Frauen in unserem patriarchalischen Staat ertragen, sondern darüber, wie er ein beliebtes Stück schreiben könnte. Denn genauso wie die Position der Frau in der Gesellschaft hinter die des Mannes zurückgefallen ist, haben sich die Künste längst von einem Ausdruck des Selbstausdrucks des Menschen zu einem Konsumgut für den Durchschnittsmenschen entwickelt.
Aber wir lassen die Frauen, die sich unterwerfen und sagen "Kadınlık Bizde Kalsın - Möge die Weiblichkeit bei uns bleiben!", in Frieden, und erkennen an, wie populär die Kritikpfeile waren, die Erdogan in einem sehr nahen Wendepunkt der anatolischen Geschichte durch Hezarfen Ahmet Çelebi gegen eine erneute politische Umstrukturierung gerichtet hat.
Denn auf der Bühne ist kein Zuschauer dem, was passiert, fremd. Dinge, über die gelacht wird, sind im Grunde schwarzer Humor, den der Zuschauer bereits aus seinem eigenen Leben kennt. Das Dach des politischen Systems ist der Staat. Man kann nicht eintreten, nicht erreichen, nicht verstehen und keine Kommentare abgeben. Man kann nur kapitulieren. Das ist es, was die Popularität des Zuschauens ausmacht. Über allem liegt eine seltsame, abstrakte Macht, die, je mehr man sich ihr widersetzt, umso mehr unterdrückt.
Das Theater "Istasyon" setzt sich trotzdem in einem seltsamen Widerstand für Kunst ein - und nicht nur das, sondern auch für die täglichen und manchmal schweren Sorgen des Lebens. Einerseits fordert sie mit der Aussage "Unsere Arbeit ist für alle zugänglich, die Interesse am Theater haben!" die Übertragung der Weiblichkeit an die Frauen zurück und stellt sich damit gegen die mächtigen Systeme, die diese entwickeln. Dies ist wichtiger als die Diskussionen über die inszenierten Stücke und das Schauspiel. Ja, wie in allen anderen Kunstformen sind auch im Theater "ästhetische Bedenken" von entscheidender und dauerhafter Bedeutung. Das Theater "Istasyon" lehnt dies nicht ab. Es ist offensichtlich, dass das gesamte Team große Anstrengungen unternimmt, damit die Aufführung auf der Bühne reibungslos verläuft und keine technischen Details vernachlässigt werden. Die Begeisterung des Publikums für das Stück ist ermutigend. Das Stück ist zum sechsten Mal "ausverkauft". Es muss zudem erwähnt werden: "Das Theater "Istasyon'" überzeugt mit dem Schlussakt des Stücks "Möge die Weiblichkeit bei uns bleiben" viele Menschen, die das Theaterspiel professionell ausüben, und lässt sie sagen: "An dieser "Station" ('Istasyon') kann man sich wohlfühlen!" Auf einem anderen Blatt und über all dem steht der Wunsch, etwas für die sozialen und kulturellen Bedürfnisse der Menschen türkischer Herkunft zu tun und die türkische Sprache an die jüngere Generation weiterzugeben.
Alle, die an den Aktivitäten des Theaters 'Istasyon'" beteiligt sind, übernahmen diese Arbeit als "freiwillige Nebentätigkeit". Interessierte können einen Blick auf die Website des Theaters unter www.tiyatroistasyon.de werfen. All' Jene, die den Computer noch nicht in ihr Leben integriert haben, können unter den Rufnummern 040-454252 oder 0170-5252225 in Hamburg an die gewünschten Informationen gelangen. "Das Theater 'Istasyon'" wird "Kadınlık Bizde Kalsın - Möge die Weiblichkeit bei uns bleiben" am Samstag, den 14. Februar, um 20.00 Uhr im Haus 7 in Hamburg-Altona erneut aufführen." (mb)
"Yangın Yerinde Orkideler"
Süheyla Kaplan-Güncel (2001)
HAMBURG - İki farklı toplum ve iki farklı kültür. Hemen hemen her toplumsal süreçte yaşanan bir devinim. Aslında,,Yan- gın Yerinde Orkideler" geçiş toplumunda yaşanan insani karakterlerinin bir izdüşümü. Balzac'in 19. Yüzyılda yazdığı,,Kibar Fahişeler"i anla- tırken betimlediği toplumsal bir yapıya benzer, oynak, gösteriş meraklısı ama aynı zamanda entelektüel dalkavukluk, mutsuzluk, tatminsizlik, buna rağmen alt kültürün sıradan ama coşkulu, içten yaşama sevinci... Her şeyden önce kendisinden bıkmış bir Adam (M. Serdar Temur) gecenin bir yarısında,,tehlikeli" bir limana gelir. Fransız şair Baudelaire`in Fransız sokak ve kaldırımındaki insanları üzerinde taşıyan bir semt. Fahişeler, entelektüeller, sokakta dans eden çingeneler, esmer kadınlar, din bilgiçleri ve essiz ritmiyle tango....
Her şeyden bıkmış gecenin bir yarısında Nuri (Celalettin Uğur),,tehlikeli" bir limana gelir. Böylesine gizemli bir rıhtımda Nuri, Neriman`a (Aybahar Selbuz) rastlar. Nuri ise bunalımlıdır. Ev içerisinde kendisini mutsuz hisseden kent-soylu, mutluluğu içten bir o kadar da coşkulu sokak kaldırı- mında bulurlar.
Bu arada para babası Nebati Bey (Olgay Sadak), sevgilisi modacı Nurçin (Aysun Özdemir), dalkavuğu ve Halkla İlişkiler Müdürü Nezih (Umut Sinan Zor) ile; bir macera yaşama umuduyla,,tehlikeli limanda" buluşurlar. İki gece boyunca karşılaşan bu insanlar arasında dolu saatler yaşanır. Nurçin, lüks, para ve iktidara düşkün gösteriş meraklısı bir buda- ladır. Hırslı ve büyük mace- ra ve arzular peşinde koşan Nurçin aynı zamanda mutsuz bir kadındır. Çünkü fahişeler aslında monarşi yanlısıdırlar.
Son gecede, Nurçin, limanda karşılaştığı,,sıradan" insanları tekrar görmek ister. Nezih, ona böyle bi- rilerinin olmadığını, anlattığı eski bir filmi hatırladığını söyler. Nezih ve Nebati Bey mi yoksa Nurçin mi gerçekleri söylemektedir? Adam tekrar yaşama sevincini bulabilecek mi? Nuri Kim? Anlattıkları gerçek mi düş mü? İşte, "İstasyon Tiyatro İletişim“, gerçekle düş arasındaki ince bir sınırın keşfedilmeye çalışıldığı Yangın Yerindeki Orkideleri, Umut Sinan Zor'un, iletinin seyirci tarafından yor- umlanmasına zemin hazırlayacak bir rejisiyle sahneye taşınmıştır.
27 Nisan,,da Haus 7'de tekrar gösterime girecek olan oyun izlenmeye değer. Yaşamla düş arasındaki bir yolculuk için...
"Yangın Yerinde Orkideler - Orchideen am Brandort" (2001) - Süheyla Kaplan-Güncel
HAMBURG - Zwei verschiedene Gesellschaften und zwei verschiedene Kulturen. Eine Bewegung, die in fast jedem gesellschaftlichen Prozess stattfindet. Tatsächlich ist "Orchideen am Brandort" ein Spiegelbild der menschlichen Charaktere in einer Übergangsgesellschaft. Ähnlich der sozialen Struktur, die Balzac im 19. Jahrhundert in "Die feinen Damen" beschrieb, zeigt sich ein instabiles, eitles Interesse, aber auch intellektuelle Schmeichelei, Unzufriedenheit und dennoch die einfache, lebensfrohe Freude an der Unterwelt. Vor allem "ein Mann" (M. Serdar Temur), der von sich selbst genug hat, kommt in der Mitte der Nacht in einen "gefährlichen" Hafen. Ein Viertel, das von dem französischen Dichter Baudelaire auf den Straßen und Bürgersteigen von Paris getragen wird. Prostituierte, Intellektuelle, Zigeuner, Frauen mit dunkler Haut, religiöse Gelehrte und der einzigartige Rhythmus des Tangos...
Ein anderer Mann, Nuri (Celalettin Uğur), der von allem genug hat, kommt in der Mitte der Nacht in einen "gefährlichen" Hafen. An einem so geheimnisvollen Kai trifft Nuri auf Neriman (Aybahar Selbuz). Nuri ist bedrückt. Stadtbewohner, die sich im Haus unglücklich fühlen, finden ihr Glück auf den lebhaften Straßen und Gehwegen.
In der Zwischenzeit treffen sich der Geldmacher Herr Nebati (Olgay Sadak), seine Geliebte, die Modedesignerin Nurçin (Aysun Özdemir), und der Schmeichler und Leiter der Öffentlichkeitsarbeit Nezih (Umut Sinan Zor), um ein Abenteuer zu erleben, in dem "gefährlichen Hafen". Diese Menschen treffen sich zwei Nächte lang und verbringen Stunden voller Ereignisse. Nurçin ist eine eitle Frau, die Luxus, Geld und Macht liebt. Sie ist ehrgeizig und strebt nach großen Abenteuern und Wünschen, aber gleichzeitig ist sie eine unglückliche Frau. Denn die Prostituierten sind eigentlich Monarchisten.
In der letzten Nacht möchte Nurçin die "gewöhnlichen" Menschen, denen sie am Kai begegnet ist, wiedersehen. Nezih sagt ihr, dass es solche Leute nicht gibt, und erinnert sich an einen alten Film, den er gesehen hat. Sprechen Nezih und Nebati Bey die Wahrheit oder Nurçin? Wird der Mann wieder die Freude am Leben finden? Wer ist Nuri? Sind seine Geschichten wahr oder Träume? Hier wird in "Orchideen am Brandort", präsentiert vom Theater "İstasyon Tiyatro İletişim", mit einer Inszenierung von Umut Sinan Zor, versucht, die feine Linie zwischen Realität und Traum zu erkunden. Das Stück wird am 27. April im Haus 7 erneut aufgeführt und ist sehenswert. Für eine Reise zwischen Leben und Traum...(mb)